İki arkadaş yürüyorduk
İki ayrı fikrin temsilcisi gibi
Ona doğa ne kadar güzel dedim
Ağaçlardan hiçbir şey gözükmüyor dedi
Ağaçları doğanın bir parçası saymayan zihniyetti
Ağaçları kestiler
Lisedeydim. Bir arkadaşım bana bir saat hediye etti, taktım eve gittim, bahçedeyiz…
Akrabalar var. Saat dikkatlerini çekti ben de, “Arkadaşımın hediyesi.” dedim.
Teyzelerden biri;
─ Nasıl arkadaşmış o, kimse kimseye durup dururken hediye almaz, bak bana alan var mı? dedi.
İnsanımızın sevgi anlayışıyla bilinçli olarak ilk o gün yüz yüze
Koku orucu için en uygun zaman 18 Kasım haftasıdır. Bu mevsimde beden daha derin nefes alma ihtiyacı hisseder. Buna karşılık ulu yaratanın kusursuz sisteminde ağaçlar bu üç ay boyunca hiç olmadığı kadar bolca oksijen üretirler. Sonbahar mevsiminde insanların daha çok susmalarının, içe dönmelerinin ve ara sıra derin nefesler çekmelerinin nedeni budur. Zira bu esnada gerçekten değerli bir koku alınmıştır. Koku orucu sırasında kimseyle konuşulmadığı için birkaç gün sonra düşüncelerde de bir sükût yaşanır. Dışarısı nasılsa içerisi de öyle olmaya başlar. İç doğa dış doğayla uyumlanır. Koku orucunu uzun yıllar boyunca gerçekleştirenler de vardır. Kendi arzularıyla yıllarca konuşmayanlar, orucun sonunda öyle güçlü bir iradeye sahip olurlar ki diledikleri her şeyi başarırlar.
"Ağaçlar, dağlar, taşlar, nehirler kılavuzundur."
Dünyanın en eski inançlarından olan ve günümüz Japonya'sında halen hüküm süren Şinto geleneğinin kalbi doğadır. Onlara göre esen rüzgarı hissetmek için durmak, sabah kahvesinden önce güneşi selamlamak, bir yaprağın düşmesini beklemek günlük rutinin bir parçasıdır. Şintoizm bir inanç sisteminden çok daha fazlasını barındıran bir yaşam felsefesidir.
Bir güle yakından bakıp da Tanrı'yı görmemek mümkün mü? Ya da denizin altındaki yaşamda onu bulmamak? Rüzgar esecek ki doğa birbirine karışacak, toprak ana bize cömert davranacak. Biliyoruz, hissediyoruz, yer küre kıymetli bir yer. Ama ne kadar? Şinto'ya göre tapılacak kadar. Ya size göre?
*Arka kapak yazısıdır. Kitabı tanıtmak amacıyla inceleme niteliğinde paylaşılmıştır.
“Erken Türk inançlarında yer, sular, dağlar, ağaçlar ve ormanlar gibi doğa varlıklarının ruhlara sahip olduğuna, Iduk Yir Sub (Kutsal Yer- Su Ruhları) denilen bu ruhların, bulundukları bölgelerdeki Türk boylarını koruduğuna inanılırdı.”
Isırmaya başladığında kış,
buz tutmuş gecede çıtırdadığında taş, goller kararıp ağaçlar soyununca, kol gezen kötülüktür Doğa ‘da.
Fakat korkarım sizin bahtınıza bu çıkacak.
Romanda bahsedilen ada bir ütopyadır. İnsanların güzel vakit geçirdiği denizin, güneşin, martıların, ağaçların ve mutluluğunun tadını çıkardıkları bir ada. Son sığınaktır burası. Fakat bir gün mutluluğun simgesi olan martılar ve ağaçlar büyük bir tehlike ile karşılaşır. Bu tehlike elbette adaya daha sonradan gelen bir "insan". Tehlikenin gelişiyle birlikte adanın ütopyadan distopyaya dönüşümünü okuyoruz. Medeniyet ve toplum düzeni adı altında yapılan doğa katliamına insanların alkış tutuşuna şahit oluyoruz...
Tabii bu kötü gidişe dur demek isteyen buna karşı çıkan insanlar da mevcut. Biz de kitabı bu direnen insanların gözünden okuyoruz. Sonunda kimin, nasıl galip geldiğini merak ediyorsanız mutlaka okumalısınız.