Hiçbir zaman ait olmadığım o Nişantaşı'ndaki ev, yalnızca kabuslarımın, korkulu rüyalarımın, ateşli hastalığa yakalandığım kimi gecelerin vazgeçilmez dekoru olarak kaldı. Orada yalnızca renksiz, ruhsuz geçmiş bir çocukluğu değil, aynı zamanda kaçırılmış bir hayatın imkanlarını da bırakmış gibiydim. Ne yaparsam yapayım hayatımın bir daha onaramayacağım temel bir parçası, pencerelerinden, aralıksız yağan yağmurlu öğle sonralarının sokağını derin bir iç sıkıntısıyla seyrettiğim, hava tam kararmadan ışıkları asla açılmayan o kasvetli evde kaldı. Herkes ölüp gittikten sonra, o ev satılırken, içim burkuldu; eve, evi satıyor olmama değil, o evde kaybedilmiş bir hayatım olduğuna yanıyordum. Ruhumu ve dünyamı çocuk yaşta karartmış olan ailemin üyelerini bağışlayacak zamanım bile olmadı. Birdenbire ardı ardına ölmeye başladılar. Bana bu şansı bile tanımadılar. Bana hayaletleri kaldı. Yaşarken tanımadıklarınızı, öldükten sonra da tanımazsınız. Hayatınız yabancılarla geçmiştir.