Yoksullar bekler.
Beklemek umuttur.
O bekleyişin karşılığı üç beş kuruş, hani ne olacak demeyin; evde yol gözleyenler var. Tütmeyen baca, kaynamayan tencere var.
Ne budala, ne cahil, ne bencildi pek çoğu. Sorularına yanıt verdikten sonra onları sorguya çekmeye başladığında fark etti bunu. Bir şey bilmiyorlardı, meraktan yoksun, sürüngen hayatlarından memnundular. Zaman ve enerjilerinin bir kısmını kardeşleri uğruna mücadeleye adamalarını sağlamak pek zor işti hani. Sömürü ve sefalet onları aptallaştırmıştı. Bazen, "Yoksullar kendilerini kurtarmaktan acizdir, sadece bir seçkin bunu başarabilir," diyen Saint-Simon' a hak veresi geliyordu Floracığın.
Burjuva önyargılan onları bile zehirlemişti. Anlaşılan.
Mustafa Kutlu'dan okuduğum ikinci eser..
Rüzgarlı Pazar adı verilen bir pazar ve buraya giden yol üstündeki bir üst geçitte geçimini sağlayan yoksullar üzerine yazılmış bir hikaye...
Kimler yok ki.. Çiçekçi, antenci, gözlükcü, şapkacı, olmassa olmazımız dilenciler, çaycı...hatta doktorumuz bile var.
Sohbet tarzında her birini aile ortamından başlayarak bize tanıtıyor...hani filmlerde olur ya..filmde kimse boşuna çekilmemiştir...filmin bir yerinde bir rolü vardır...aynen bu şekilde her bir eleman yeri geldikçe bireysel olarak tanıtılıyor...Eee filmimizde aşk olmazsa olmaz değil mi? Burada da görme engelli Nimet ile Cesur aşkı var.
Yazarımız olumsuzluklara yer vermiyor...hep umut...kitabında dediği gibi "Umut bizim ekmeğimiz"...Haraç kesen mi var hemen bir Malkocoğlu gelip ortamı düzeltip gidiyor...sevenler kavuşuyor...kaybolanlar bulunuyor. Daha ne istenir ki...Yoksulluğun içerisinde zenginliği buluyorsunuz. Kitabın bir yerinde dediği gibi;
"Şu dünya yerinde duruyorsa...
Gök yıkılıp, yer çökmüyorsa...
İyilerin yüzü-suyu hörmetine."
Hayatın karmaşıklığı içerisinde kendini dinlendirmek ve huzur isteyenler için tavsiye edilir. Yine kitaptan bir söz ile bitirelim.
"Hikaye işte, hayatın hülasası."
Atatürk
Sen gideli
Neler oldu bu vatanda bilsen
Kara çarşaflılar çember sakallılar
Bereliler doldurdu köyleri, şehirleri
En güvendiğin kişiler
Senin ülküne ihanet ettiler
Ve sonra utanmadan
En basit olanı öğren! Hani şu
Vakti saati gelenler için
Hiçbir zaman geç değildir bu!
Abc'yi öğren, yeterli değilse de, yine
Öğren sen! Şevkin kırılmasın!
Giriş işe! Her şeyi bilmek zorundasın!
Yönetimi kendi eline almak zorundasın.
Yoksullar yurdundaki adam, öğren!
Hapishanedeki adam, öğren!
Mutfaktaki kadın, öğren!
Bazı kitaplara ekmek banasınız geliyor mu ya sizin de? Bu onlardan biri işte. Elimden bırakamadan okudum.
Öncelikle, hiç yapış yapış cümleler kurmayan, takıp takıştıramayan ama yine de çok lezzetli bir dili var yazarın. Böyle yazarlar bana üstüne eğildiği her neyse, onu belini bükmeden almaya çalışıyormuş gibi geliyor hep. Hayranım buna.
Bir
Hani hep deriz ya " bırakın dünyayı çocuklar yönetsin" diye .#insanlıkmusa kitabı tam olarak bize bunu dedirtiyor işte . Yazarımızın da dediği gibi , "Çağlar değişse de çocukların hiç değişmediğini göreceksiniz".
Hikayemiz milattan önce 1200'lü yıllarında geçiyor.
Yefunne henüz 8 yaşında küçük bir çocuk olmasına rağmen
ATATÜRK'E MEKTUP
Atatürk
Sen gideli
Neler oldu bu vatanda bilsen
Kara çarşaflılar çember sakallılar
Bereliler doldurdu köyleri, şehirleri
En güvendiğin kişiler
Heey erenler, evliyalar! Körler, topallar, yoksullar!
Sesi gözeller, kokusu gözeller! Kutusu gözeller! Altını, gümüşü, parası olanlar! Irmak kıyısında subasar tarlası olanlar!
(...)
Yenge çekişi yapan kancıklar! Tarla dövüşü yapan yiğitler! Yatıyorsunuz devrile devrile! Hani nerde o çalımlar? Hani nerde o acarlıklar, açgözlülükler? Hiçbirinizin aklına bu köye bir bağ dikmek, bostan ekmek gelmemiş? Yüzyılları Hasan, Hüseyin efendilerimizin öcüyle mi tükettiniz? Neydi bu dağ gibi miskinlik? Kızlarına bulgur bulamaçtan başka görgü bırakmayan avratlar, siz nasıl analardınız? 10 ayda 12 kez hır çıkaran ama kocasına bir kez candan sarılmayan şimdiki avratların anaları, sizler nasıl anaydınız? Karısını kızını hoş tutmayan, sevip okşamayan kavatoğlu kavatlar, sizler nasıl bubaydınız, kocaydınız? Kim bağlamıştı elinizi, kolunuzu sizin?