Her din; adaleti, sevgiyi ve eşitliği emretmiş. Aynı prensiple uğruna hâlâ didindiğimize göre, dinlerin bu en güzel emrini henüz tahakkuk ettirmemişiz demektir. İlk günden bu tarafa hâlâ insan hakları, eşitlik ve adalet masalları. İnsanların ilâhî emirlere kolay kolay itaat etmediklerinin kanıtıdır. Her kudret sahibi, pek, ama pek az istisnası ile, kendi kelamından başka inanılacak söz bulamayacağına inanır. İktidara tırmanan her fâni, kendisinin son iktidar olduğuna kanar. Bir gün yerini alacak olan yenisinin kılıcı altında perişan olunca ya kadar. Sık sık sarf ermiş olsa bile hak, hukuk ve adalet kelimeleri için birer efsaneden ibarettir. Haklı olmak için kudretli olmak gerektiğine iman etmiştir.
Arapları aldatarak Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıp isyana sevk eden İngiliz casusu Lavrence'in, yardımcıları Nuri Said, Faysal ve Şerif Hüseyin ile birlikte Şam'da Türkleri katlettikten sonra: "Evet onlar isyana ben kışkırtmıştım. Ama böylesine vahşice kan dökeceklerini hiç tahmin etmemiştim. Bazı mahalleleri gezerken silahsız Türk askerlerinin nasıl öldürüldüklerine bakamadım; tiksindim bu vahşetten" diyerek itirafta bulunmuştur.
Kudüs Kapalı Çarşısı'nda rüzgâr gibi dolanan entarili kahvecilerin elindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü, önünüze çıkan kapı sizi Mescidü'l-Aksa'nın önüne kavuşturur. Mirac mucizesinin soluklanıldığı ilk kıblemize yani... Hemen oracıkta, ilk avlu vardır ki hala bizim lakabımızla anılır: "12 bin şamdanlı avlu"
Yılbaşından önce Zaman Gazetesi'nde okudum; İlhan Bardakçı'nın "İlhan Murad" takma adıyla yazdığı "Çerkes Ethem Bey'in İhanet Muamması" adlı yazısında Çerkes Ethem övgüsü yapılıyor ve Çerkes Ethem'in ihanetinin kanıtlanmadığı yazılıyor.
"Dünya siyasi tarihinde, Osmanlı Devleti gibi dış habasetler, dahili gafletler ve cehalet sonucunda öylesine sömürülmüş bir başka devlet gösteremezsiniz. Gerçekten yoktur. Ama hem sömürü kapısını alabildiğine açan hem de kahramanlık hikayeleri ile avunan başka bir milleti de arz kabuğu üzerinde zor bulursunuz."
17 Aralık 1908 günü yeniden yürürlüğe konulan, 1876 anayasası ile toplanan meclis-i mebusan yani Millet Meclisinde dikkat ediniz bu söze, evet bu mecliste biz Türkler azınlıktaydık.
İlk Meclis-i Mebusan tatil edilmiştir ama, edilmemiş olsaydı imparatorluk 20. yüzyıla ayak basmamış olabilirdi... Çöküş o zaman meydana gelmiş olsaydı, biz ve dünya bir Atatürk mucizesi ve esir milletlerin Kurtuluş reçetesinden mahrum kalmış olurduk.
Tarih metodunu hiçbir zaman yeterli ve ilmi ölçülerde benimsemediğimiz için olsa gerek, geçmiş hakkında hüküm verirken tarihi yaratan, insanları kendi açımızdan yargılamaya pek düşkünüzdür.
Abdülhamit Mithat Paşa'yı çağırır, " bilmelidirler Paşa, nasıl Kur'an-ı Kerim'i Arapça tilavet etmekten vazgeçemezsem devletimin toprakları üzerinde de Türkçe konuşulmasından ve Türk dilinden başkasını kabul edemem. Böyle bir maddenin yer alacağı anayasayı bana getirmeyiniz."
Sultan Abdülhamid, dünya üzerindeki Türk varlığını kesinlikle tespit edebilmek için, alelade kimselerden değil, büyük alimler arasından seçmeler yapmış ve resmi görev vermiştir.
İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya-Macaristan, İtalya ve Almanya, Osmanlı'nın paylaşılmasında kararlıdırlar. Aralarında sayısız anlaşmazlıklar vardır ama, Osmanlı Devleti'nin yağmasında akıl almaz bir dostluk ve ittifak içindedirler.