Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Bu kılıç artık senindir, büyüyüp şerefli bir asker olduğunda beline takarsın. Aslan oğlum, annen ve kız kardeşlerin sana emanet." ... Mustafa yüzünü gökyüzüne çevirip kim bilir neler düşünerek, bir süre gözlerini kapattı. Belki de babasına, büyüyünce iyi bir asker olacağının sözünü veriyordu.
Bir insana tavsiyeler
1. Utanç bir prangadır. Kendini azat et. 2. Yeteneklerin hakkında endişelenme. Sevme yeteneğin var. Bu yeter. 3. Diğer insanlara karşı nazik ol. Evrensel boyutta onlar sensin. 4. İnsanlığı teknoloji kurtarmayacak. İnsanlar kurtaracak. 5. Gül. Sana yakışıyor. 6. Meraklı ol. Her şeyi sorgula. Şimdinin gerçeği gelecekte bir hikaye olacak sadece. 7.
Sayfa 261Kitabı okudu
Reklam
Daha dün bir arkadaşım –sağlık bilgisi uzmanı kendisi– öğrencilerinin fizikten pek anlamadıklarından, meteorolojiyi ise hiç bilmedikleri için ders saatlerini iki kat artırmak zorunda kaldığından yakınıyordu. Çok çabuk bir şekilde günümüz yazarlarının, çoğu zaman da kötü olanlarının etkisine kapılabilirlerken Shakespeare gibi, Marcus Aurelius, Epiktetos ya da Pascal gibi klasiklerden bihaberler. Doğal olarak büyüğü küçükten ayırabilme yetisinden yoksun oluşları, günlük yaşamdaki beceriksizliklerinin de en büyük nedeni olarak karşımıza çıkıyor. İyi kötü toplumsal özellik gösteren (örneğin nüfus taşıma gibi) her türlü ciddi sorunu bilimsel araştırma ve deneyimlerle çözmek yerine imza listeleri devşirerek halletmeye çalışıyorlar. Kaldı ki ilk yol kullanabilecekleri, denetimleri altında olan yoldur; kendilerine de görevlerine de yakışan odur. Büyük bir istek ve arzuyla kalkıp hastane doktoru, asistan, laborant olurlar, dışarıdan sınavlara girerler ve de bu görevlerinde kırk yıl kalıp hizmet etmeye hazırdırlar. Oysa bağımsız olmak, özgürlük duygusu taşımak ve kişisel olarak inisiyatif kullanabilmek sanat ve ticarette olduğu kadar bilimde de insanın taşıması gereken özelliklerdir.
"Yüzlerce arkadaşın olabilir ama iki baban ya da annen olmayacak ve inan sana bir şey olduğunda kimse onlar kadar üzülüp, yıpranmayacak."
Sayfa 184Kitabı okudu
Ben İstanbul’dan iki arkadaşım da Diyarbekir’den Ankara’ya getirildik Ankara 2 Ağır Ceza Mahkemesi’ne verildik malum savcının isteği daha evvel klasikleşmiş ve alışılmış Kürtlere idam ananesiydi idamlarımız isteniyordu …
"Senin annen değil, arkadaşın olmalıymışım. Yapayalnız kaldım hayatta..."
Sayfa 289Kitabı okudu
Reklam
Adana’ya ait hatıralarımı burada kesmek istiyorum. Çünkü hepsini yazmaya kalksam sayfalara sığmaz. Ama son olarak Adana’da küçük bir aşk hikayemi hatırlamadan geçemeyeceğim. Sı­nıf arkadaşım ve çok sevdiğim Nihat Calba’nın Ayşe adlı bir kız- kardeşi vardı. Sevdim, sanırım o da beni sevdi. Ama olmadı işte...
Bir gün uzun yürüyüşe çıktık. Yakacık’ta mo­la vermiştik. Kurmay yüzbaşı ve daha sonraları orgeneral olup İs­tanbul Sıkıyönetim komutanı olan Refik Tulga ata binmişti. Ar­navut Süleyman adlı, hukuktan arkadaşım, hemen yanımda mü­kemmel bir at taklidi ile kişnedi. Yüzbaşının atı şaha kalktı. Yüz­başı, az daha atından aşağı düşüyordu. Bu nedenle üzerimize yürüyerek “Ver ulan kimliğini” dedi, kimliğimi aldı. Ben o vakit Layka fotoğraf makinamla Vakit gazetesinin muha­birliğini de yapıyordum. Gazete Asım Us’undu. Bu Us’lar üç kar­deştiler ve hiçbirinin çocuğu olmamıştı. Neyzen Tevfik, Us kar­deşlere ‘ekaniyi selase’ yani ‘üç helalar’ derdi. Ordu komutam Fahrettin Altay’ın bir kamp ziyaretini fotoğraflayıp, dalkavukça bir haberle gazeteye bildirmiştim. Bu yüzden Asım Eren beni se­verdi. Arkadaşım Süleyman’ın ödü kopmuştu. Akşam olunca komu­tanlığa çağrıldım. Arkadaşlar benim için, adeta mateme girmiş­lerdi. Çünkü Asım Eren meydan dayağı çekmesiyle meşhurdu. Gittim. Asım Eren beni görünce, “Vay sen ha!” dedi. “Ben deği­lim” dedim, “inanın ki, beni idam bile etseniz at gibi kişnemesi­ni beceremem.” Bunun üzerine “Peki kimdi?” diye sordu. Ben “Komutanım müsaade edin de söylemeyeyim. Siz burada bize, askerlik, mertlik ve erkeklik terbiyesi veriyorsunuz. Muhbirlik bize yakışır mı? Ben yapmadım ama ne ceza verirseniz verin, ben askerce arkadaşımı ihbar etmeyeceğim!” deyince; “Aferin oğlum. Ama o eşeğe söyle bir daha yapmasın” yollu tembihte bulundu.
O olaydan kasıt sınıftaki karşılıklı küfürleşmedir
Okula geldiğimde, o olayda yer almış dokuz arkadaşım, o za­manki adıyla mecburi tasdikname verilerek okuldan uzaklaştırıl­mıştı. Ben olayı kapandı zannediyordum. Aradan iki ay geçmişti. Bir gece müdür odasına çağrıldım. Gittiğimde, yabancı bir adam oturuyordu. Meğer Adana Başsavcısıymış. Bir kağıt çıkarıp oku­du, bana imza ettirdi. Atatürk’e davacı olup olmadığını sormuş­lar, davacı olmadığını söylemiş. Savcı, “Bak oğlum Atatürk seni affetmiş. Bir daha böyle bir çocukluk yapma” diye tembihte bu- lundü. Savcıya soğukça teşekkür ettim ve Müdür Bey’in elini öperek oradan ayrıldım.
Dersim İsyanı
Dersim isyanının lideri Seyit Rıza’ydı. Saygın hatunu Besê de gerilla savaşında bir birliğe komuta ediyordu. Hemen her gün İs­tanbul basınında Besê adice saldırılara uğruyordu. Bu saldırılar beni çok üzüyordu. Olay karşısında delikanlıca tepkiler gösteri­yordum. Arkadaşlarım bunun farkındaydı. Yarı şaka yarı ciddi bana, “Bese’nin torunu” diyorlardı. Yine bir gün derste, “Bese’nin torunu” yazılı kağıdı arkama iliştirmiş ve hoca dersten çıkınca, kahkahalar atarak benimle alay etmişlerdi. Bir gece de, sınıf mü­messili olduğum gece mütalaasına girdiğimde sekiz on arkada­şım hep bir ağızdan tempo tutarak, “Bese’yi ...m” diye bağırmaya başladılar. Ben de öğretmen kürsüsüne çıkarak “Zübeyde’yi ...m” diye tempo tuttum. Olayı şaka diye bıraktık. Ama aramızda bu­lunan Adana Kuruköprü Karakolu komiserinin oğlu Kenan, he­men gidip hadiseyi babasına anlatmış. Daha sonra bir polis ekibi okula gelip beni emniyet merkezine götürdü. Orada on beş gün gözaltında tutuldum. Bu benim ilk gözaltım olacaktı....
258 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.