Suni Tebessüm’ü şimdi bitirdim. Edebiyat eleştirmeni ya da yorumcu değilim ama bu kadar yükselince yazmadan edemiyorum.
Fatih Gezer, ikinci kitabı taze çıkan yeni bir yazar olmasına rağmen kalemi kırk yıldır işleyen ve artık kimseye bir şey ispatlamak zorunda hissetmeyen bir doymuşlukla yazıyor belli ki. Sanırım ilk kitabında bile bir satır da olsa ‘acemi kaygı’ kokusu olmaması bundan. Bu toklukla, kendinden emin ama asla özenini yitirmeden, yormadan, tertemiz, mis gibi bir ustalıkla anlatıyor hikayesini. Okur olarak daha ilk sayfadan güven veriyor. “Gel” diyor sakin sakin, “Seninle biraz yürüyelim şöyle, anlatacaklarım var.” Ufak bir “Acaba?” bile dedirtmeden peşine düşürüyor okurunu.
İlk kitabı Ölüler Kıraathanesi çok iyi bir romandı, Suni Tebessüm de çok iyi bir roman. Biri diğerinden daha iyi olamayacak kadar iyi iki romanı da. Ama Suni Tebessüm, aynı zamanda çok iyi bir film. “Üç, iki, bir kayıt!” demiş ve kelimelerle usta işi bir film çevirmiş, okuruna kağıttan perde germiş, “Hadi bakalım buyurun seyredin” demiş Fatih Gezer. Hayretle, merakla, hayranlıkla okudum, izledim. Ayakta alkışladım. Tebrik ederim. Okuyucusu, seyircisi bol olsun! Kesinlikle olur zaten.