*spoiler*
"Uzay benim için her zaman bilinmez olmuştur. Filmleri, bilim kurgu romanları... Arthur C. Clarke, Tanrıların Arabaları... Ya burada olmam inanılmaz bir şey yani! Space Odyssey!" diyor ve başlıyorum.
Sevgili İthaki yayınları, Tanrılar belanızı versin, saygılar. Birinci sayfa, birinci paragraf yazım yanlışları başlıyor.
Bilimkurgunun atası sayılan isimlerinden Arthur C. Clarke'ın 1979 yılında yazdığı Cennetin Çeşmeleri, uzay çağının emekleme aşamasındaki insanlığa ilk adımlarını attıracak olan bir mühendislik projesi anlatıyor ve usta bir kalemin bu mühendislik projesini nefes kesen bir maceraya dönüştürmesine tanıklık ettiriyor.
Cennetin Çeşmeleri, mühendislik dallarının göstereceği gelişmeler üzerine müthiş öngörüler barındırıyor ve neredeyse hiçbir zaman bilimkurgu ile fantastik kurgu çizgisinin silikleştiği "uç konulara" girmiyor. Dolayısıyla mühendislik odağına sahip bu kitabı üzerinden tam 45 sene geçtikten sonra okumak isten bir okurda kitabın artık eskimiş olabileceği ön yargısı istemsizce oluşuyor. Fakat Arthur C. Clarke niçin bilimkurgunun en önde gelen isimlerinden biri olduğunu ispat edercesine kitap içerisine zamanından öte öyle fikirler ekliyor ki, kitabı bu gün okuyan bir okur kitabı eskimiş teknolojik fikriler olarak değil, günümüz teknolojisi ve bilimkurgu olarak buluyor. Kitabı bitirdikten sonra ise kitapta bilimkurgu dediğimiz şeylerin ne zaman gerçekleşeceğini düşünmeden edemiyor.
Arthur C. Clarke tam 45 yıl önceden insan zihninin sahip olduğu hayal gücü potansiyelinin ne kadar büyük olduğunu Cennetin Çeşmeleri ile kanıtlamış oluyor.
“Liderlerin çoğu kör; Hükümdarlar gözlerini boyamış. Tehlikenin farkına vardıklarında çok geç olabilir. İnsanlık inisiyatifini yitirip kobay bir ırk konumuna düşecek.”
Wainwright’ın gecikmesinden de ayrıca memnundu, çünkü böylece görüşme başladığında etik açıdan avantajlı konumda başlayacaktı. Akıllı mantıklı kişilerin kabullenmesi zor olsa da, böyle ufak tefek şeylerin insan ilişkilerindeki rolü büyüktü.
Korku ve önyargılar insanların öyle içlerine işlemişti ki, kimse hiçbirine yanaşmıyordu. Art arda gelen hükümetlerin birbirinden tek farkları, hoşgörüsüzlük dereceleriydi.