'Suçluları' kimsenin dinlemediği zamanlarda konuşup onları ifşa edebilecek masumlardan biriydim ama konuşmadım ve dolayısıyla ben de suçlu oldum. Kitapları itfaiyecileri kullanarak yakan sistemi sonunda kurduklarında da birkaç kez homurdandıktan sonra duruldum çünkü artık benimle birlikte homurdanan veya bağıran kimse kalmamıştı. Şimdiyse çok geç.
KUMLARIN KADINI
Kobo ABE
Japon edebiyatı ile ilk kez 𝐎𝐬𝐚𝐦𝐮 𝐃𝐚𝐳𝐚𝐢’nin İ𝐧𝐬𝐚𝐧𝐥ığı𝐦ı 𝐘𝐢𝐭𝐢𝐫𝐢𝐫𝐤𝐞𝐧 eseri ile tanışmış olsamda sonrasında farklı yazarlardan farklı eserler okumuştum. Japon edebiyatının önde gelen isimlerinden 𝐊𝐨𝐛𝐨 𝐀𝐛𝐞 tarafından kaleme alınan 1962 yılında basılmış olan 𝐊𝐮𝐦𝐥𝐚𝐫ı𝐧 𝐊𝐚𝐝ı𝐧ı (orjinal adıyla 𝐒𝐮𝐧𝐚 𝐧𝐨 𝐨𝐧𝐧𝐚) kitabını okumamış
"Mürekkebin soluk rengi beyaz kağıdı kirletirken roller dağıtıldı, herkes kendine düşeni oynadı."
Baş karakterimiz Ala Lara; babasının da başında olduğu teşkilatta başarılı bir yazılımcıdır. Babası ve kardeşleri tarafından sevilen, sayılan biri olsada çocukluğundan itibaren annesinin tükenmek bilmeyen nefretiyle büyümüştür.
Bu nefret kitap boyunca okura inanılmaz aktarılmış, resmen içime işledi diyebilirim. Ala'yla birlikte benimde içim burkuldu.
Birçok duyguyu aynı anda yaşadım. Bir sayfada üzülürken bir diğerinde mutlu oldum, yer yer sinirlendim. Duygu aktarımı kesinlikle çok başarılıydı.
Ala'nın görevi Rus mafyasına sızmak. Elbette ki hem zekası hemde güzelliğiyle bunu başarması çokta zor olmadı. Çocukluğundan beri fark etmese de bu görev için yetiştirilen ve yönlendirilen bir kız.
Aşk yok mu bu kitapta derseniz, olmaz mıı ? Elbette var.
İnanılmaz zeki ve MIT fizikçisi olan Milan, aynı zamanda Lara'nın patronu.
Aralarında bir şey oldu mu dersiniz ?
"Hiçbir şey göründüğü kadar basit değildir çünkü olay sadece bir intikam oyunundan ibaret değildir ama Ala bunu anladığında her şey için artık çok geç olacaktır."
MatruşkaSevde Nur · Parola Yayınları · 202413 okunma
Karmaşık ihtiraslarım yoktu. Sdece mutlu olmak istemiştim.
İnsan hep bir gün çok mutlu olacağına inanır. Şimdi değildir, henüz değildir ama bir gün mutlaka muhakkak, hak edilen o mutluluk gelip kendisini bulacaktır. Gelecek diye muğlak bir takvim yaprağına mühürlenmiş o günü, ufak tefek engellerin ayak altından çekileceği münasip bir zamana erteler durur insan.
Okulu bitirince, işe girince, evlenince, çocuklar büyüyünce... Sonra genellikle o gün gelmeden de ölür hesabı yanlış yaptığını ölmeden kısa zaman önce anlar aslında ömrünün adına yaşlılık denen o buruk zamanında hem bekleyerek geçen yıllarına hem de artık gelemeyecek olanlara ağladığı, hani etrafındaki gençlerin gözünün neden hep yarı yaşlı durduğunu anlamayıp bir tür göz hastalığı sandığı zamanlarında çok geç kaldığında, Ben de bekarken evlenince hele ki Kamuran'la evlenince çok mutlu olacağıma inanmıştım öyle olmadı.
Omzumda çantam, elimde paltom, hava güzel, arkadaşlarla gezintiye çıkmışım. "Çay içelim mi?" diyor içimizden biri. Gözümün önüne iki hafta öncesi geliyor.
Onunla güzel sakin bir mekânda karşılıklı oturuyoruz. Ben ona bakıyorum o önünde duran çay bardağına. Bir yandan çayını yudumluyor bir yandan bardağın kenarıyla oynuyor. Sanki bütün
Gregorius bir gün, farklı bir dile ait kelime duydu. Ve o kelime, onu uzun bir yolculuğa çıkardı. Hep yerinde sayan o insan, artık bambaşka biri…
Tesadüf eseri hayatı değişen Gregorius, bir gece ansızın Lizbon’a gitti. Hiç bilmediği bir yerde tek başına olmak ilk başlarda kendisini korkutsa da, zamanla buna alıştı. Konfor alanın dışına çıkarak
"Düzeltmek için çok geç" dedi Kırmızı Kraliçe: "bir şeyi bir kez söyledin mi, bu onu kalıcı hâle getirir; artık, sen de onun sonuçlarına katlanmak zorundasındır."
Olamadık işte biz,
Olamadık sakin sahillerde,
Kalabalıklarda esrarengiz.
Bir sır bile hele ki,
Dedikodu olsa yine iyi.
Aynı sokaklardan geçecekken,
Şeytan'ın aklına gelmeyecek bahaneler...