Bilirsin, “başa toplana akıllar”, her türlü “hizaya gelmeler”, bütün bu ciddi durumlar çok daha sonra anlaşılır, yaşanmış yıllarının geri dönülmezliği katlanarak çoğalmıştır ve sen daha ne olduğunu anlamadan göğsüne onulmaz hastalığın yaftasını yapıştırılmış bulursun: Büyüdüğünde. O zaman artık çocuk değilsindir, o zaman artık bebeğine sonuna kadar sadık kalamazsın, bebeğinin öyle “kurulduğu” için değil, duygularını, düşüncelerini bütünüyle içinden geldiği gibi dile getirdiğine dair olan inancını sürdüremezsin…
“Tosçaoperası... Ama daha mühimi o plağı verdikten sonra söylediklerindi. ‘Operanın konusunu okudum. Aşk hikâyesi diyorlar ama bence bu bir arkadaşlık hikâyesi... Arkadaşını hükümete teslim etmemek için ölümü göze alan bir adamın hikâyesi.’ Evet, işte o sözü söylediğin zaman anladım, senin İttihat ve Terakki için değil, devlet adına çalıştığını.” Durdum, eski yoldaşımın yüzüne baktım. “Hayatımı kurtardığını biliyorum. Eğer Milli Emniyet’te olmasaydın, çoktan zindanı boylamış olurdum, belki de darağacını. Ama itiraf etmem gerekirse, bunun için sana minnet duymuyorum. Çünkü artık hayatın pek de bir kıymeti yok benim için...”
Reklam
Hep aynı sorular, aynı tavırlar… ve bana öyle geliyor ki artık yakınlarımın ilgileri, övgüleri, hayranlıkları, tüm bunlar, aldatmacadan başka bir şey değil. Bir hastayı aldatır gibi aldatıyorlar beni.
Sayfa 273Kitabı okudu
“Bak evlat, biz artık başıbozuk, mesuliyetten uzak genç inkılapçılar değiliz. Korumamız gereken bir devletimiz, meşrutiyetçi bir hükümetimiz var. Biz, o hükümetin bekçileriyiz. Ama sadece kılıçla, tabancayla, tüfekle değil, artık zekâmızı da kullanarak meşrutiyeti müdafaa etmemiz gerekiyor. Evet, istihbaratçılıktan bahsediyorum. Abdülhamit otuz küsur yıl bu ülkeyi, yarattığı o polis şebekesiyle yönetti. Elbette biz onunki gibi bir istibdat idaresi kurmayacağız ama en az onunki kadar güçlü bir istihbarat teşkilatına ihtiyacımız var. Aksi halde, dünyanın bu şartlarında hem devlet hem de millet olarak ayakta kalmamız mümkün değil. Ama istihbarat hiçbir vakit sadece gözleme, takibat ve tevkifat değildir. Çoğu vakit tevfikat yapmayız. Mühim olan tevkifatın siyasete faydalı olacağı anı beklemektir.” Bakışları akşamdan beri ışıkları sönmeyen eve takıldı. “Haklısın, bu heriflerden karşı ihtilal beklemek hata olur ama bu heriflerin teşkilatı, cemiyetimizin hükümette etkili olması için bize büyük bir fırsat verebilir.”
Yerin yedi kat dibine geçtim o anda. O kadar basit, bir o kadar da vurucu bir şekilde ifade etmişti ki vaziyetimi, itiraz edecek kuvveti kendimde bulamadım. Haklıydı, cemiyete katılmam için kimse zorlamamıştı, kendim istemiştim burada olmayı. Üstelik seni kaybetme pahasına. Çocuk oyuncağı değil, inkılap yapılıyordu burada, tarih yazılıyordu, üstelik insanların kanıyla. Ne bunları bilmeyecek kadar cahil ne de tecrübesizdim. Daha çocukluktan itibaren bulaşmıştım siyasete, daha doğrusu siyaset bana bulaşmıştı, babamı sürgüne yollamış, o değerli varlığı elimden almıştı. Vatan, insanın kaderiydi, ne kadar çabalarsa çabalasın kaçamıyordu ondan. Paris’e gelsem de kurtulamayacaktım. Bu defa da aklım, yüreğim bu topraklarda kalacaktı. Hem kendim mutsuz olacak hem de seni mutsuz edecektim. Evet, haklıydı kumandanım, artık bu tereddütten kurtulmalıydım, tefekkür aşaması bitmiş, artık hareket vakti gelmişti. Ben yolumu seçmiştim ve bu yol rengârenk çiçeklerle kaplı, hoş kokulu bahçelerin içinden değil, kan ve barut kokan bir volkanın yamaçlarından geçiyordu.
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey Dünyanın en güzel sesinden En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey Fakat artık ümit yetmiyor bana, Ben artık şarkı dinlemek değil Şarkı söylemek istiyorum…”
Reklam
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.