Sırtımı yasladım eskimiş, yorgun bir banka
gökyüzü gri ama şehre yaz gelmiş diyorlar
insanlar gelip geçiyor önümden
kuşlar geçiyor, kediler, köpekler, karıncalar
ve zaman
zaman geçiyor
zaman geçecek
zaman geçmiş
"(...) ama içinizin derinliğinde ne hissediyorsunuz?"
Bu ısrarcı sorgulama beni uzun zaman gülümsetmiştir. Bu gün buna gülümsemiyorum artık. Çünkü bu bana insanlarda pek yaygın ve benim gözümde tehlikeli bir bakış açısının ortaya konuluşu gibi geliyor. Bana "içimin derinliğinde" ne olduğum sorulduğunda, bunda herkesin "içinin derinliğinde" ağır basan tek bir aidiyetin, bir bakıma "kişinin derin gerçekliğinin", doğarken ebediyen belirlenen ve artık değişmeyecek olan "öz"ünün var olduğu inanışı yatıyor; sanki geri kalanın, bütün geri kalanın -özgür insan olarak katettiği yolun, benimsediği inanışların, tercihlerin, kendine özel duygusallığının, yakınlıklarının, sonuçta yaşamının- hiçbir önemi yokmuş gibi. (...)