Dostoyevski okumayı özlemişim... Öyle sürükleyici bir kitap ki, sarıp sarmalıyor sizi. Kelimeler yüreğinizi okşayıp geçerken çok eski çağlarda olmanın keyfiyle kendinizden geçiyorsunuz. Yazar iki tutkunun sularında gezdiriyor bizleri. Biri aşk öteki kumar. Yalnızca bu mu? Hayır. Romanın başkarakteri Aleksi İvanoviç, insanların hayatlarıyla da kumar oynamayı, risk almayı seven bir adamdır. Kimi kez yaptığı sevimli ama bir o kadar tehlikeli muzip şeylere gülmekten alamıyorsunuz kendinizi. İvanoviç soylu bir Rus ailesinin yanında öğretmendir. Bizler de böylece çeşit çeşit karakterlerin olduğu bir ailenin yaşamına adım atıyoruz. Çalışmadan, üretmeden kendilerine kalacak mirası dört gözle bekleyen, paranın aşkı bile satın alabildiği atmosferde bir ailenin dramına tanıklık ediyoruz. Dostoyevski yine insanın karanlık sularında gezdiriyor bizleri . Sevgi ve nefret bir arada olabilir mi? Aşk bir hastalık mıdır? Ya kumar? İnsandaki kazanma hırsının sonu yok mudur? Kitabı okurken bu ve benzeri şeyleri sorguluyorsunuz. Kimi kez bir narsistle kimi kez bir bunakla kimi kez ise kompleksli insanlarla yaşamanın nasıl da zor olduğunu anlıyorsunuz. Aşkın ve kumarın köleleştirici yanı olduğu kadar her aşırı tutkunun insanın yaşamını nasıl cehenneme çevirdiğine şahitlik ediyorsunuz. Para o gün de bu gün de büyük bir güç. Kadınlar cebi dolgun erkekleri erkekler de koluna takıp güzelliğiyle gurur duyduğu kadınları tercih ediyorlar. Paranın dostluğu, aşkı satın aldığı, duyguların bile metalaştığı bir çağda insanlaşmaya daha çok var gibi gözüküyor.