Ya Tanrı varsa, ya varsa, ya bir köşeyi döndüğümüzde sürpriz yapıp karşımıza çıkarsa, ya şaka yaptım derse... İnsanların acıyla , ölümle, hastalıkla, kayıp duygusuyla baş etmekte zorlandığı sert deneyimlerle sınandığı (hem de bir başkası tarafında değil, kendi bütünlüğü tarafından sınandığı) bir imtihan ya da imtihanları varsa? Ne olacak? İnsanın ardında bıraktığı ve görmediği için unuttuğu, sonra ihtiyacı olduğunda hatırladığı herhangi bir olay ya da biri gibi mi ele alacağız Tanrı’yı da? Bilmiyordum. Bir cevap veremiyordum. Tanrıyla konuşmaktan vazgeçeli o kadar uzun zaman olmuştu ki! O kadar ölümle sınandıktan sonra bile, buna bir cevap veremiyordum.
Bu hayatlarımız olmadı! Hiç gün görmedik! Keşke yeniden başlayabilsek!" İşte, kitabı olmayan gerçek. Süssüz, pırıltısız, dümdüz, doğrudan, gündelik kelimelerle art arda dizilmiş durumumuz.
Nereden ve nasıl başlayacaksak!.
Konuştuğumuz kelimelerin dünyası ile yazdığımız kelimelerin dünyası arasında, sözlü dil ile yazılı dil arasında ne aşılmaz bir uçurum var aslında. Belki de bunun için daha çok susmayı sevdim ben, en çok da okumayı…