“Ben dünyaya bir idare lambası altında geldim.
Yeryüzü Birinci Dünya Harbi'ni yaşıyordu,
Başımın üstünde mendil boyunda bulutlar vardı.
Yunan Harbi'nde yanan şehirlerimizi bir dağdan seyrettim,
O çadır çadır insanları askerleri esirleri,
Arkalarında bir gömlekle kaçan halkımızı
İlk topu ilk tayyareyi gördüm.
Anam kardeşim ve ben ayaktaydık,
Kapanık dükkânlarıyla çarşılarımıza yağmur yağıyordu.
Her sınıf insanıyla şehrim dağlara taşınmıştı.
O yangından nehirlerimiz dağlarımız ve çeşmelerimiz kurtuldular,
Yanmış ve yakılmış şehrimize bir akşamüzeri askerlerimiz girdi.
Kursaklarında bir parça ekmekle insanlar ayaktaydı,
O gün dünyayı ve insanları tanıdım,
O gün ayağımın dibindeki şehirden ağlamayı öğrendim.”
~ İlhan Berk~
Amir, me 'mûr elemeyerek
Hep bîr ipe bağladılar
Bekir-oğlu Dede Ağ (a) 'yı
Demir ile dağladılar
Sekiz gâvur bir gelince
Osman 'ımı şaşırttılar
Baban çete-başı diye
Hac (i) Ahmed'i pişirdiler
Yanmış ve yakılmış şehrimize bir akşamüzeri askerlerimiz girdi
Kursaklarında bir parça ekmekle insanlar ayaktaydı
O gün dünyayı ve insanları tanıdım
O gün ayağımın dibindeki şehirden ağlamayı öğrendim
Çanakkale aslında dünya tarihinin akışını değiştirmiştir. Ortaya yeni bir Rusya ve yeni bir Türkiye çıkmıştır. Biz hiçbir zaman bir milyona yakın askerle böyle bir vatan savunması yapmadık. Bu vatan savunması çok geniş bir planda oldu. Ordularımız Galiçya’dan tutunuz Yemen’e kadar her cephede savaşıyordu. Askerlerimiz ardından da tekrar bir üç yıl daha mütareke devrinde savaşmak zorunda kaldılar.
“Bizi etkilemek, direncimizi kırmak, korkutmak istiyor. Ama bu halden faydalanmak istiyorsa acele etmesi gerek. Yoksa askerlerimiz bir iki gün içinde kopan bu yaygaraya alışıp üzerlerinden geçen gülleleri kementle yakalamaya filan kalkarlar.”
Kara Fatma Erzurumlu bir Osmanlı kadı-
nıdır. Düşman ordusu Erzurum'u kuşattığı zaman Kara Fatma Kadın, Aziziyye Tabyası'ndaki Osmanlı askeriyle
beraberdi. Askere su, yiyecek getiren, askerin yaralılarını omuzunda taşıyan, yaralarını saran bir Osmanlı anası idi.
"Hücum ile, zorla Osmanlı elinden tabya alınmaz olduğunu anlayan düşman hile yoluna sapmış ve gece yarısı, askerimizin koğuşu yakınına bir nefer sokarak tüfek atıp koğuşun lambasını söndürmüş ve askerimizi sabaha kadar, birbirini düşman zannıyla birbirine kırdırdıktan sonra, gelip rahatça tabyayı zaptetmiştir; fakat bu acıya dayanamayan, öç almak derdine düşen Fatma analığımız hemen Erzurum'a dönmüş, orada boş bulabildiği çoluk-çocuk, ihtiyar Osmanlılar'ı başına toplamış.. Tüfek yokmuş; evlerinden balta, satır aldırmış. Topladığı bu bir avuç Osmanlı'yı önüne katarak Aziziyye Tabyası'na hücum etmiş. Düşmanın gülle, kurşun yağmurlan Fatma Kadın'a yüz çevirtmemiş ve girdiği tabyada doğmadık düşman komamış. Tabyayı ceset yığını altında tekrar zapt ile şehitlerin intikamını almış bir dişi arslandı"; "Dişisi böyle olan Osmanlılar'ın erkeği nasıl olur? Arslan olur, Arslan!"; "Erzurum'daki Şehitler Mezarlığı'nda yalnız erkek gönüllüler
mi var? Hayır, nice kadın fedailerle karışıktır."
Öyle yokluk varmış ki askerler yiyecek bir parça ekmek bulamazlar, ne yiyeceklerini şaşırırlarmış.Atların yediği samanın içindeki arpayı bile yıkayıp yiyen, çarıkların derilerini ıslatıp yiyen askerlerimiz bile varmış.
Biraz da Türk ordularındaki disiplini görsünler. Çünkü bizimkinden çok ayrı ve çok üstün onlardaki disiplin.Bizim askerlerimiz seferde eskisinden daha uygunsuz, sorumsuz; Türk askeriyse tersine daha ölçülü, daha çekingen davranıyorlar. Çünkü onlarda barış zamanı fakir rahatsız etmek, malını çalmak birkaç kötek cezasıyla geçiştirildiği halde, savaşta en ağır cezaları görüyor. Parasını vermeden bir tek yumurta almanın cezası tam elli sopa. Onun dışında, karın doyurmayan, az ya da çok değerli bir şeyi çalanlar hemen kazığa geçiriliyor ya da başları kesiliveriyor. Fatihlerin en zalimi olan Selim üstüne yazılanları okurken şaştım:
Mısır'ı aldığında Şam şehrini bolluk ve güzellikle saran eşsiz bahçelere askerlerden hiçbirinin eli değmemiş; hem de kapalı değil açık oldukları halde.
Sayfa 293 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu