Aşk iki kişilik yalnızlıktır. “Tümüyle bir başkası tarafından dolduruldugumuzu hissetsek de, aslında sadece kendi durumumuzdan, bizi tam tersine, bir sarhoşluga kapılmış olduğumuz için, başka herhangi bir şeyin varlıgını kavrama konusunda özellikle yetersiz hale getiren kendi durumumuza kapılıp gitmişizdir. Aşk tutkusu ta en başından itibaren bir başkasını gerçekliği ve nesnelliği içinde algılama, onun içine girme yetisinden yoksundur, o daha çok kendi içimize, kendi derinligimize girmektir, binlerce kez çoğaltılmış bir yalnızlıktır o, ama sanki binlerce parlak ayna tarafından sarılmış gibi kendi yalnızlığını her şeyi kapsayan bir dünyaya genişleten, onu bütün dünyayi kaplayacak şekilde büyüten bir yanlizliktir.
Şu kesindir: Gelenekleri zayıflamış olan dünya birçok “mit” ve “tanrı” tanır: Televizyon, bira, futbol, motosiklet, kaz ciğeri ezmesi, hayat evresine göre değişiklik gösteren bir sürü şey.
Reklam
“Birçok insan digerlerinin yaşamsal krizlerinin birbirine çok benzediğine inanır. Ama aslında çocuklu bir ailede meydana gelen bir boşanma, başka hiçbir yaşamsal krizle karşılaşip anlamayacak bir yarılmadır... Başka hangi yaşamsal krizde böylesine yakıcı bir öldürme isteğiyle dolarız ki? Başka ne zaman çocuklar eşe karşı bir silah olarak kullanılır ki? Diger yaşamsal krizlerin tersine, bir boşanma insanın en temel tutkularını gün yüzüne çıkan rir; aşkı, nefreti ve kıskançlığı. .. Çogu kriz durumlarında -deprem, sel ya da yangın felaketlerinde ebeveynler içgüdüsel olarak ilk önce çocuklarını emniyete almaya çalışırlar. Buna karşın boşanma krizinde anneler ve babalar için çocuklar ancak ikinci sırayı alabilirler; birinci sırada olan kendi sorunlarıdır. Boşanma davası sürerken ebeveynler çocukları hemen hemen bütün alanlarda ihmal ederler: Evin düzeni altüst olur ve çocuklar kendi hallerine bırakılırlar. Boşanma sürecini yaşamakta olan ebeveynler çocuklarıyla çok az zaman geçirirler ve onların ihtiyaçlarına karşı fazla duyarlı davranmazlar. Bu genel yıkılma anında tam bir egoizm hâkimdir.”3
“Sadece iki şey Bu kadar biçimden geçerek benden ve bizden ve senden geçerek, ama her şey yine de o sonsuz soruya maruz: Niçin? Ister güller, ister kar, ister deniz, açan her şey, sözel, sadece iki şey var: Boşluk ve onu çizen Ben.” Gottfried Benn
20. yüzyılın sonlarına gelindiginde artık ebeveynlik ve evlilik neredeyse eşanlamlı olma özelliğini yitirdi. Bu kısmen ekonomik gelişmelerle bağıntılı bir durum: Endüstrileşmeyle birlikte bir çalışma birligi olarak aile dağılınca, çocuk sahibi olmanın ekonomik avantajları da yavaş yavaş ortadan kalktı, buna karşın maliyetleri ciddi oranda arttı. Bunun sonucu olarak da hızlı bir dönüşüm gerçekleşti. Bir formülle ifade edersek: “çocuk nimetinden çocuk yüküne”.5 Son yıllarda meydana gelen bu degişim her geçen gün daha da hızlanıyor. Çünkü çocugun getirdigi mali yükler hızla yükseliyor; en azından gelir, enflasyon ve ortalama geçim endekslerinden çok daha büyük bir hızla. “
“Love, marriage, baby carriage”: Aşık olursun, evlenirsin ve ardından çocuk yaparsın... Ellili yıllarda dünya bu kadar basit görünüyordu. Ama o günden bu güne çok şey değişti. Birbirini seven iki insanın, sırf bu yüzden evlenmeleri artık o kadar normal bir şey değil. Evlenmeye karar verenlerin de çocuk yapmaları o kadar normal değil artık. Acaba “çocuk düşmanı bir toplum”da mı yaşıyoruz? En azından şurası kesin: Ileri düzey endüstriyel toplumlarda dogum oranları altmışlı yıllardan bu yana belirgin bir şekilde düşüyor. Uluslararası karşılaştırmalar yapıldığında Almanya bu konuda uzun zaman liderliği elden bırakmadı. Ama son yıllarda bu durum da degişti: Italya’ da, 0 klasik “Bambini” toplumunda bile artık Almanya’ dan daha az çocuk dünyaya geliyor. Çocuk sevgisi... 19. yüzyılda bu konuda şarkılar söylendi, kafiyeler düzüldü, sık sık da kadının “özüyle” ilişkilendirildi, belli bir temele oturtuldu ve etrafına da romantik bir mitos örüldü. 20. yüzyılın sonlarına doğru ise esasen ebeveyn dergileri ve çocuk yetiştirme kılavuzlarının ana konusu oldu, pedagojik yönergeler ve davranış kalıpları içinde bir sütun, ebeveynlere çok yönlü programlar yapma sorumluluğunu yükleyen anahtar bir kelime oldu; hepsinin tek bir amacı vardı: Yeni kuşakların en uygun koşullarda yetiştirilmesini sağlamak. Eğilim, uygun doz tutturulsun diye uzmanlar tarafından yönlendiriliyor, ama burada da tuzaklar var: “Ilgi terörü”1 konusunda uyarılar sıkça görülmeye başladı bile.
Reklam
Modern evlilikte aşk ve duygular konusunda müşterek bir alan üretiliyor. Bunun gereği olarak da yeni bir karar verme prensibi ortaya çıkıyor ki o da şudur: Duygular sona erdiği anda evlilik de sona erer. Evliliğin güçlü duygu temelinde, aşkın kültürel tanımında böylece yeni bir anlam değişikliğinin köklerine ulaşılmış oluyor; “dogal olarak hayat boyu süren bir baglanmadan, sadece belli koşullar altında sürdürülecek olan bir baglanmaya”5 geçilmiş oluyor.
Modern hayatin karakteristik özelliklerinden biri de bireyin yaşamsal dünyasının giderek daha açık, ama daha karmaşık ve daha çelişkilerle dolu hale gelmesidir. Günümüzde belirgin olarak güçlenen koşulların da bu yapısal dönüşümde payı büyük: hızlı sosyal dönüşüm ve farklı normların ve beklentilerin geçerli olduğu çeşitli alanların birbirinden ayrılması; buna bir de geleneksel bağların ve yaşam çevrelerinin erozyonu, sosyal coğrafı mobilitenin yeni biçimleri ekleniyor; örnegin Rosenheim’da dogan biri egitim ya da iş için Hamburg’a taşıniyor, tatilini Garda Gölü’nde geçiriyor ve akşamını da belki Mallorca’da. ..
95 öğeden 61 ile 70 arasındakiler gösteriliyor.