Rüzgâr ışıdı titredi çiğ gül düştü
Tutunduğu dalı tutuşturup bülbül düştü
Gün doğumundan gün batımına kızardı bahçe
Bir bir leylak nergis lale ve sümbül düştü
Ne çam dayandı ne kestane ne kavak ne nar
Bin yıllık çınar gürül gürül düştü
Geçti mi ki yeşilin sonsuzluk yüklü çağı
Kader yanardağından kızıl kara kül düştü
Vakit görmemişti böyle bir kıyameti
Akıl sarardı karardı ruh gönül düştü
İRADENİN ÇALKANTILARI
Arzularınıza hiçbir şeyin direnmediği, mukadderatla yerçekiminin hükümdarlıklarını kaybettikleri ve iktidarınızın büyüsü önünde uçup gittikleri o yakıcı iradeyi bilir misiniz? Bakışınızla bir ölüyü dirilteceğinizden, elinizi üzerine koysanız maddeyi titreteceğinizden, sizinle temasa geçseler taşların çırpınacağından, bütün mezarlıkların bir ölümsüzlük tebessümüyle ışıl ışıl olacağından eminsinizdir - kendi kendinize şöyle tekrarlarsınız: “Bundan sonra sadece ebedi bir ilkbahar olacak; bir mucizeler dansı ve tüm uykuların sonu. Başka bir ateş getirdim: Tanırlar soluklaşıyor ve yaratıkların ağzı kulaklarına varıyor; kubbeleri iç acısı ele geçirdi ve şamata mezarlara kadar indi.”
Ne yapacaksın plaj yerlerini
Gidelim kâğıthaneye Sâdabad harabelerine
Şâd etmek için Nedim’in ruhunu
Ağzımızı dayayalım kurumuş çeşmelerine
“Sinemaya gidiyorum” de annene
Cuma namazına gidelim onun yerine
Bakalım hayranlıkla Süleymaniye’ye
Sultanahmed kubbe ve minarelerine
Sahaflarda kitapların sonbaharında
Erelim geçmiş baharın menekşelerine
İstanbul’un kaybolan geçmiş tarihini tabiatını
Son kez tadalım başlamadan ahiret seferine
Dünyadan daha dünya ahiretten ahiret
Bir kent ki benzer divan şairlerinin kasidelerine