Acaba Papalagi, yarattığı bu taşla övünüyor mu? Bilemem. O, kendine özgü fikirleri olan bir yaratıktır. Hiçbir anlamı olmayan, onu hasta eden pek çok şeyi yapar; üstelik bununla da yetinmeyip bir de bunları ödüllendirir, üstüne maniler düzer.
İnsanları, kendi cinslerinden biri üzerinde kudret ve salahiyetlerini denemek kadar tatlı sarhoş eden ne vardır? Hele bunu yapma fırsatı, birtakım ince hesaplar dolayısıyla, ancak muayyen bazı kimselere karşı kendini gösterirse.
…Onu anlayabilmek için tanımanız, tanımak için de sabretmeniz lazım.
…Çünkü kimse birbirini tanımak için sabretmiyor artık. Kimsenin kimseye ayıracak vakti yok.
Kendinden utanç duyan insanın yaşanabilecek bir hayatı olmaz. Çünkü her hareketinin hesabını yapar, her söylemi tiksinti uyandırır kendisinde. Ve yaşamaz, utanmaktansa köşede kuytuda beklemeyi yeğler.
Yaşayanlar düşünenleri yanında istemiyordu bu memlekette, düşünenler de yaşayanları. Fakir milletlerin kaderidir bu. Yaşamanın derdine düşmüş insanlar düşünemez, düşüncenin batağına saplanmış insanlarsa yaşayamaz.
Ve sen beni tanımıyorsun. Ve sen benim var olduğumdan habersizsin. Ve sen dünyada böyle de birinin bulunduğundan, böyle de birinin nefes alıp verdiğinden… Ve buna rağmen, şuurumun gırtlağında dişlerin.
“Okumaktan başka şeylerle de meşgul olması lazım insanın.” dedi. Yaşaması gerek en başta. Yaşamadıktan sonra okumak yalnızca bir arayış olabiliyor, bulmak değil.
Beni benden bekleyendir en zayıf yanım. En zayıf yanımdır gebe olan en beklenmeyenlere… Beklenenin üstünde ve beklenmeyenin en derininde nefes alır, beklemekten nefesi kesilen benliğim.
“Hakikatin kuyusunda bir kazma da ben sallamıştım işte, geçelim artık bunları.” dedi Tolga’yı utandıran bir kibirle babası. “Senin kazman olsa olsa havayı dövüyor, toprağın kirine girebilir misin ki sen?” diye düşünmekten kendini alamadı Tolga.