Beckett 'varoluş'u olumlama yolundaki çabaların boşuna olduğunu üç farklı sahne dili kullanarak anlatmıştır. Godot'da, trajikomik ikili, Gogo ve Didi'yi kimse anımsamaz. Bu durumda, değil varoluşlarını olumlamak, varolup olmadıklarını bile belirlemek olanaksızdır. Her akşamüstü ıssız bir yol kenarında buluşarak güneş batana dek Godoť'yu bekleyen —bunu insanlığın başlangıcından bu yana sürekli olarak yapmış olmalarına ve söz verip de gelmeyen Godot'nun maskarası olmanın ötesinde sonuç alamamış olmalarına karşın, randevularını bir gün bile aksatmayan— Gogo ve Didi, 'herhangi bir yer' olarak tanımlanabilecek bir 'uzam'ın ve 'herhangi bir akşamüstü' niteliği taşımanın ötesine gidemeyen bir 'zaman'ın belirsizliğine tutsaktırlar. Yoldan geçerken her seferinde Gogo ve Didi ile karşılaşan Pozzo efendi ve kölesi Lucky ise 'toplumsal zaman' ve 'toplumsal uzam'ın belirleyiciliği altındaki varoluş süreçleri içinde ortaya 'olumlu eylemler' koyabildikleri 'avuntu'suna sığınabilmişken, 'uzam'ın ve 'zaman'ın belirleyiciliği azaldıkça —insanlar dünyasında 'başarı' adı verilen eylemlere güçleri yetmemeye başlayınca— yaşamları boyunca 'aldanış'lara tutsak olduklarının bilincine varacaklardır.
Hiçbir zaman umut ağacının dalına ipimi bağlamamam gerektiğini yine ve yeniden hatırlatıyor hayat bana. İşte diyor insan unutmak güzel bir yerde fakat hayattan alınan dersler hiçbir zaman unutulmamalı. En korunaklı deftere en kalıcı mürekkepler ile yazılmalı. Yanlışa düşmek elbette Ademeoğlunun kaçınılmaz sonudur, bunu adım gibi bilirim. Bildiğim