Ünlü Bizantolog Charles Diehl, caminin iç mekânı için, “Fevkalade bir kudret ve benzersiz bir büyüklük. Süleymaniye,Jüstinyen'in katedralinden (Ayasofya) daha etkili.” demekten kendini alamadı
Doğan Kuban Yazıları Antolojisi 2
"Sanat tarihinde son derece farklı çabalar olan Divriği Ulu Camii ve Selimiye, yaratıcı sanatçıların yapıtlarının yeni sentezlere yol açtığı simbiyotik bir kültürel ortamı yansıtırlar. Geleneksel mimarinin zengin çok bileşenli mirası, Osmanlı İmparatorluğunun alt-kültür öğelerinden biridir. Hüneri, yaratıcılığı ve zenginliği ile Müslüman dünyasının tüm sanatçılarını geride bırakmış olan Ahlatlı Hürremşah, sanatsal boyutları ile Avrasya'nın dünyaya bakışını sarmalamıştır. Sinan ise mekansal ve geometrik vizyonu sayesinde tüm Müslüman mimarlardan daha çok tanınmış ve mekan mimarisi tarihinde, bir taraftan Ayasofya'nın temsil ettiği Geç Roma-Erken Bizans mimarisinin, diğer taraftan Rönesans mimarisinin vizyonları arasında bir Osmanlı özgünlüğü ortaya koyabilmiştir." #doğankuban
Reklam
"Hayatımız bitti ve ben kendi ellerimle sana izin verdim."
İşin en tehlikeli kısmı olan hayalcilik aşamasına geçmişti.
Zamanın Ebu Hanifesi
Molla Hüsrev orta boylu, gür sakallı, sakin tabiatlı bir insandı.Maddi bakımdan varıklı iken gösteriş ve süse önem vermezdi. Son derece mütevazı olup, övülecek ahlak ve beğenilecek davranışların çok idi. O, ilmi ve tevazuuyla halkın gönlünde öyle bir yer tutmuştu ki Cuma günleri Ayasofya Camii'ne girdigi vakit cemaat hep birden ayağa kalkar, kendisine hürmet göstererek mihraba değin ona yol verirlerdi. Sultan Mehmed Han, hünkâr mahfilinden halkın Molla Hüsrev'e olan muhabbetini dikkatle takip eder, kendisinden "Şu gördüğünüz zât, bu zamanın Ebû Hanifesi'dir" diye övgüyle bahsederdi.
Reklam
" Tarih : 10 Eylül 1509 . Yer : Marmara Denizi . Şiddeti : 7.4 . Ölü sayısı : 5.000 . Bu deprem sonucunda Bolu'dan Edirne'ye kadar hasar meydana geldi . Topkapı Sarayı , Ayasofya , Sultan ll . Bayezid Camii , Sultan ll . Mehmed Camii ve Galata Kulesi ciddi hasar gördü . İstanbul surları yıkıldı ."
Değişik bir kent İstanbul. Tarihle ağırlaşmış, bir yandan da yeni. Hem taşları, hem de insanları bakımından yeni. Türklerin eline geçeli daha yetmiş yıl bile olmamasına karşın kentin yüzü tümüyle değişmiş. Elbette Ayasofya yerinde duruyor; camiye çevrilmiş. Sultan cuma namazını orada kılıyor. Fakat kentin yeni sahipleri her yere yeni yapılar dikmişler; bunlara her gün yenileri ekleniyor. Yeni saraylar, camiler, medreseler, dahası göçebe olarak yaşadıkları bozkırdan gelip İstanbul’a yerleşenlerin ahşap küçük evleri. Pek çok kişi kentten ayrılmış olsa olsa da, kentin Fatihleri kendi başkentlerinde azınlıktalar ; dahası hanedan ailesi dışındakiler, ötekilere göre göre çok etkili bile değiller. En güzel evler, çarşıdaki en varsıl dükkanlar Ermenilerin, Rumların, İtalyanların, Yahudilerin. Yahudilerin bir bölümü Granada‘nın düşüşünden sonra Endülüs’ten gelmiş. Gelenlerin sayısı kırk binden az değil. Hepsi de Büyük Türk’ün hakseverliğini övmekte ağız birliği ediyorlar. Çarşılarda Türklerin sarıkları, Hristiyanların ve Yahudilerin takkeleri hiçbir düşmanlık duygusu ya da hınç olmadan birbiriyle iç içe.
Sayfa 271Kitabı okudu
Hünkar Fatih'in Ayasofya ile alakalı bedduâsının hışmına mı uğradık? Onun vasiyetnâmesindeki şu bedduâyı hatırlamak, acaba bizi bir uyanış ve silkinişe kavuşturabilir mi: "Benim bu câmimi, câmilikten çıkaranlar, Allah'ın, meleklerin ve bütün müslümanların lânetine uğrasınlar!.. Onlar, hiçbir zaman hafiflemeyen bir azâb içinde bulunsunlar!.. Yüzlerine bakan ve kendilerine şefâat eden hiçbir kimse bulunmasın!.."
Sayfa 137 - Erkam yayınlarıKitabı okuyor
Batı İstanbul un fethini ve Ayasofya yi hiçbir zaman unutmadı.İste mesele bu kadar derin...
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.