"Ettik o kadar ref‘-i te’ayyün ki Neşâtî Âyîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız!" (Neşâtî) [Neşâtî! Ten kafesinde hapsolmuş ruhumuzu öylesine vücudumuzdan kurtardık, maddi varlığımızdan sıyrılıp, o kadar ruhtan ibaret kaldık ki şimdi parlak cilalı aynalarda bile görünmez olduk.]
Sayfa 275 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Ettik o kadar ref'-i taayyün ki Neşatî Ayîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız Hz. Musa Tûr Dağında Rabbini görmek ister. İşittiği cevap şudur: "Len teranî!" Beni göremezsin. “Fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse beni görürsün” Dağ tecelliye dayanamaz, paramparça olur. Hz. Musa düşer bayılır. Ayıldığında şu sözleri işitiriz:
Reklam
Neşatî
Ettik o kadar ref'-i taayyün ki Neşâtî Âyîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız Ey Neşâtî! Kendimizi ruh iklimlerinde öylesine yitirdik ki, artık gönlün parlak aynalarında bile görünmez olduk.
Sayfa 313 - Kapı YayınlarıKitabı okudu
AYİNE-İ MÜCELLADA NİHANIZ
Yağmur başladı. Kaç kez yağmurlarına filbahri kokularını karıştırdım.
Sayfa 37
AYİNE-İ MÜCELLADA NİHANIZ
Akşam iniyor hattat. Sen bu akşamları iyi bilirsin. Sana kaç kez gül kokulu, hanımeli renkli akşamlar hazırladım.
Sayfa 37
- Hatta neredeyse Neşatî'nin beytinin dünyasına gireceğiz. Ettik o kadar ref-i taayyün ki Neşâti Ayîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız! Nuran gülüyordu: - İyi ama, eşya var, biz varız. Vücudumuz maddî bir şey değil mi? Yani herkesinki gibi... -Allah'a bin şükür... Fakat seninki bana göre herkesinki gibi değil... -Küfür... -Küfür veya Allah'a giden en kısa yol... Unutma ki bu gece tam vahdet-i vücud içindeyiz...
Sayfa 194 - Dergah YayınlarıKitabı okudu
Reklam
mahbus rûh
"Tanrılar ikimizin bedenini tek ve büyük bir bedenden yaratmışlardı, bu ayrılık da ruhlarımız için ıstıraptan başka bir şey değildi." Bu kısmı okurken aklıma Neşatî'nin bir beyti geldi, kitapta yer almasa da yine de buraya bırakmak istiyorum. Şevkiz ki dem-i bülbül-i şeydâda nihânız Hûnuz ki dil-i gonce-i hamrâda nihânız -Biz çılgınca seven bülbülün sesinde neşe ve böylesine sevilen kırmızı gülün kalbinde gizlenen kan'ız- Kaldı ki bunlar birbirinden ayrı şeyler değildir demek ister. Çünkü tasavvufta seven ve sevilen diye iki ayrı vücut yoktur. Seven, sevilen ve onların her hâli, tek ve mutlak bir varlıkta toplanır, bir tek vücut olurlar. Neşatî'nin beyti ise bu engin felsefeyi dem, hûn, gönül, gonce ve hamrâ kelimelerinin kırmızı renk saltanatiyle tutuşturarak söyler. Aynı şiirde Fransız edibini hayran bırakan mısralar da şunlardır: Etdik o kadar ref'-i teayyün ki Neşatî Âyine-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız -Neşatî! Ten kafesinde mahbus rûhumuzu öylesine vücudumuzdan kurtardık, maddî varlığımızdan sıyrılıp, o kadar rûhtan ibaret kaldık ki şimdi parlak cilalı aynalarda bile görünmüyoruz.- Neşatî'nin bahsettiği rûh, Tanrıdan kopup yine Tanrıya dönen, zamanımızca meçhul bir ruhtur. //Nihad Sami Banarlı - Şiir ve Edebiyat Sohbetleri
Ettik o kadar ref-i taayyün ki Neşâtî Âyîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız!
Huzur
Huzur
Ettik o kadar ref-i taayyün ki Neşâtî Ayîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız!
Huzur
Huzur
Ettik o kadar ref'-i taayyün ki Neşatî Âyîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız ^Neşatî^
110 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.