Kör, ellerini gözlerinin önüne doğru uzatıp hareket ettirdi, Yok , sisin ortasındaymışım gibi, sanki bir süt denizine düşmüşüm gibi, Ama körlük böyle değildir, dedi diğeri, körlüğün siyah olduğunu söylerler, İyi de ben her şeyi beyaz görüyorum.
Mao döneminde yaşanan Kültür Devrimi' nin Çin halkı üzerindeki yansımalarını Fugui "nin ve ailesinin yoksulluğu ve acıları üzerinden tanık oluyoruz.Hiçbir devrim, diriliş yoktur ki halklar bundan olumsuz etkilenmesin!.. Ki kitapta da bunu yoğun bir şekilde okuyor ve hissediyoruz. Hatta diyebilirim ki hissetmekle kalmıyor, adeta yaşıyoruz.
Kitabın dili oldukça sade ve akıcı. Dilinin sadeliğine " Bu kadar da basit anlatılmaz ." diye bakmalı mıyız?.. Bana kalırsa, hayır. Çünkü hikaye, konu, her bir kişinin yaşadıkları, konuştukları cümleler o kadar etkileyici ki uzun betimlemelere, paragraf gibi cümlelere gerek yok. Kitabı okurken yaşanılanları oradaymış ve onları izliyormuş gibi hissettim. Fugui ' nin yanındaydım sanki. O bahçedeyken ben de bahçeye gittim, o ağlarken ağladım, susarken sustum. Ve şunu belirtmek isterim ki hikaye Fugui' nin yaşamı gibi duruyor bana kalırsa Jiazhen ' nin yaşamı. Jiazhen ' nin hikayesi daha etkileyiciydi. Hayranlıkla okudum.
Not: Çin tarihine merakım arttı kitap sayesinde. Yazarın konuyu işleyiş şeklini ve tavrını sevdim. Diğer kitaplarını da merak ediyorum ve okuyacağım.Tabii kitabı çok sevdim.
Karanlık gökyüzünden inerken, gözümü kırptığım anda alaca karanlığın uçup gideceğini biliyordum. Uçsuz bucaksız toprakların gürbüz göğsünü sergileyişini izliyordum. Davetkár bir çağrıydı. Bir annenin yavrusuna seslenişi gibi, topraklar geceyi çağırıyordu.
Öküzlerin de insanlar gibi duyguları vardır. Yularından eve doğru çekerken, onun hayatını kurtardığımı biliyordu. Vücudunu bana sürterek sevgisini ifade etmeye çalışıyordu. Ona dedim ki: " Bu kadar çok sevinme. Seni eve çalışasın diye götürüyorum, yan gelip yatasın diye değil. "
Bir öküz, yarım insan demektir. Çalışırken bana yardım edebilir, boş zamanımda bana arkadaşlık eder ve sıkıldığım zaman onunla konuşabilirim. Onun yularını tutmak, bir çocuğun elini tutmak gibidir.
Kugen küçüktü ve çabuk yoruluyordu. Toprak yığınının üzerine koşar ve orada biraz kestirirdi. " Fugui, orak yavaşlıyor, " derdi bana.
Yorulduğunu söylemeye çalışıyordu. Toprak yığınının üzerinde bir süre uzandıktan sonra kalkıp bana bakar ve pirinç saplarını kesişimi izlerdi. Bazen de bana seslenirdi: " Fugui, benim pirinç saplarıma dokunma! "