Hayatınıza bazen bir insan girer ve o insanın ne olursa olsun hiçbir zaman bitmeyeceğini bilirsiniz. Bu geçecek bir şey değildir. Derideki bir yara gibidir. İyileştiğini sanabilirsiniz. Hiç iz kalmayabilir ama bazı zamanlar, durup dururken ve her şey yolundayken oranızın ağrıdığını hissedersiniz. Havalar çok soğuduğunda belki. Hatırlarsınız sonra. Nasıl hissettirdiğini. O kadar büyük ve yoğun bir şey hissettiğinizde bu bir gün sona ermez. Başkalarını sevseniz bile, başkaları ile çok mutlu olsanız bİle ya da onunla istemeseniz bile. Sadece geçmez işte. Bir kere bulaşmıştır.
Birine güvendiğin zaman böyle oluyordur belki de. Güvenmek birinin seni öldürmeyeceğini düşünmek değil, seni öldürse bile mezarına geleceğini bilmekti.
Iztırabın verdiği intibah zamanlarında, kendi kendini aldatmak, başkalarını kandırmak kadar basit değildir ve insan kendi içindeki adaletten ürkmeye başlar.
Öğretmeninin yanlışını bulmanın keyfiyle sevinen bütün büyümemiş insanlar gibi sırıttı genç asker. Büyüyenlerse, öğretmenlerinin yanlışlarını bulmaya başladıklarında müthiş kederlenirler.
En korkuncu bu olur. En acıtıcı yara, asıl yanılanın insanın kendisi olduğunu anlamasıdır. İzi hiç silinmeyen tek yara, kendine ihanet eden bilinç tarafından kanatılmıştır. En güç affedilen hata, insanın kendisine ait olanlardır aslında.
Biliyor musunuz, bir dakika, hatta bir saniyede verilen veya verilmeyen bir karar, bir tereddüt anı, insanın hayatı üzerinde ne uçsuz bucaksız neticeler doğurabiliyor.