Bu denli abartılmamış -ya da daha belirgin- çarpıtmalara insanlar arası ilişkilerde rastlanır. Çoğu anne baba, çocuğun tepkilerini onun kendi duyguları, davranışları olarak görmek yerine, söz dinlemesi, onlara mutluluk vermesi, onlar için övünç kaynağı olması şeklinde yorumlamaz mı? Kaç koca, kendi annesine olan bağlılığı yüzünden karısından gelecek herhangi bir isteği, özgürlüğünü kısıtlayıcı bir istek ve karısını zorba bir kişi olarak görmez? Küçükken parlak bir şövalyenin hayali ile büyüyen kaç ev kadını kocasını duygusuz ve aptal bulmaz?
Sevginin doğası hakkında söylediklerime bakacak olursak, sevginin kazanılması için en önemli koşul kişinin kendi narsisizmini yenmesidir. Narsist yönelişte kişi salt kendi içinde olanları gerçek sayar, dış dünya olaylarının kendi başlarına gerçek olduklarını kabul etmez, o olayları kendi açısından yararlı ya da tehlikeli oluşlarına göre değerlendirir. Narsisizmin karşısında nesnellik vardır; bu yetenek kişileri ve şeyleri oldukları gibi, nesnel olarak görme ve bu nesnel görüntüyü kendi istek ve korkularından ayırabilme yeteneğidir.
Sıradan bir insan bedensel gelişimine duyarlıdır; değişimleri, hatta ufak acıları bile fark eder; çoğu insan sağlıklı olmanın nasıl olduğunu bildiğinden bu tip rahatsızlıkları ayırmak kolaydır. Kişinin düşünsel süreçlerine aynı şekilde hassas olması güçtür, çünkü çoğu kişi tam verimle çalışan bir insan tanımamıştır. Anne babalarının ve akrabalarının davranışlarını ölçüt olarak kabullenirler, bunlarla uyum içinde oldukları zaman normal oldukları kanısındadırlar ve başka bir şey gözlemlemeye gerek duymazlar. İnsanların çoğu seven bir kişiyle tanışmamıştır. Kişinin kendine duyarlı olabilmesi için sağlıklı bir insan fikrine sahip olması gerektiği açıktır ve eğer kişi çocukluğunda veya sonraki yaşamında böyle bir deney edinmediyse bu olası mıdır?
Başka türlü hayatlar düşünemiyoruz diye, şimdiye dek hep böyle yaşandı diye, kendimizi, çocuklarımızı ve etrafımızdakileri zihnimizdeki hayatın imgesine uydurmaya çabalıyoruz.