Gece olmuş ve ben Küflünün Meyhanesine düşmüştüm. O eski tarihi ahşap kapının gıcırtısında içeri moralim bozuk dalmıştım. Küflü beni görünce her zaman ki yerime beyaz dantel işlemeli sokağın en loş yerine bakan masayı göstermişti.
"Hoş geldiniz amirim."
"Eyvallah Küflü, her zamanki gibi ortaya meze, büyüklere saygımızdan bir ufak
1915’in bahar ayları olacak. Yukardan, Osmanlı ordusunu bozmuş,
Rus ordusu Süphan dağının oralardan top sesleriyle birlikte köye akıyor.
Top gülleleri köyün içine düşüyor.
Güllenin biri de tam köyün ortasında büyük bir çukur açıyor.
Çukurdan sıcak sular fışkırıyor. Top gülleleri gittikçe sıklaşıyor.
Gölün içine de düşüyor. Gölden minare
Ne denebilir ki. Bazı şeyleri anlatırken kelimeler kifayetsiz kalır derler aynen öyle bir roman işte. Bu zamana kadar neden okumadım bilmiyorum. İnsan her ne karakterde olursa olsun sonuçta yine de insandır. Birbirimizden din, dil, ırk ve renk olarak ayrılamayız. Hayat hepimiz içindir. Ne beyazların siyahlar üzerinde ne de siyahların beyazlar üstünde bir üstünlüğü yok. Ama biz bunu biraz geç anladık. Yıllarca Afrika kökenli insanları sömürerek onları aşağıladık. Oysa hepimiz aynıydık. Kitapta Atticus karakteri tam bir baba ekolünü temsil ediyor. Her ne olursa olsun medeni halimizi kaybetmeyelim ve her şeyden önce insana saygıyı öğrenelim...
birlikte yapabileceğimiz hiçbir şey yok, ayrılamayız bile. Benim yüzümü bu kadar ağırlaştıran şey budur işte. Ben ki neyim? geceye ağıtlar dizen bir sabah rüzgârı mı? Bir akşamın gelişi mi? Ruhunu sözcüklerle onaran anakronik bir derviş mi?