Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ayşe

“Ben yurdumun en sert tütününden bir sigara yakıyorum dumanı ciğerlerime değil iliklerime çekiyorum ne kadar ürkek ceylan varsa asya çöllerinde domaniç yaylasında ne kadar dizginsiz at başlıyorlar kılcal damarlarımda koşmaya sıcak solukları yalarken anlımı toynaklarını hissediyorum alyuvarlarımda”
Dilaver Cebeci
Dilaver Cebeci
Reklam
kendime not
Korkma, kınadığın o Facebook cümlelerini kurmadan ölmeyeceksin!
Yavaş yavaş ölmeleri ve net olmaları atları yüceltebilmemiz için yeterli olsa da bu özelliklere sahip olmadığı için develeri hain görmek fikri ilginç. İnsanlar için de böyle muamele edilir genelde. Fedakar olmak isteyen, her düşünceyi veya her hali dışa vurmamak için çaba sarf eden, belki sadece kimseyi üzmemek gibi bir derdi olan insanların karşısına "içi dışı bir" tabiriyle övülen, "en azından ne düşündüğü belli, ondan zarar gelmez" diye yüceltilen insanlar konulur. Bu adaletsizce bana göre. Ama fazla fedakarlığın da bir güçsüzlük, bir bencillik göstergesi olduğu söylenebilir?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Alışkanlık bir körlük müdür? Kişinin uyanması, kalp gözünün de açılması için yapması gereken şeyleri düşünelim. Hep rahatımızı bozan, alışkanlıklarımızın dışında şeyler. Mesela nefs terbiyesi için en rahat olduğumuz alanları, en çok alıştığımız, en bırakamadığımız nesneleri ve eylemleri terk etmemiz gerekir. "En çok korktuğun şeyi bul ve git orada yaşa" diyor Palahniuk Görünmez Canavarlar'da. En çok korktuğumuz şey çoğunlukla alışkanlıklarımızın yumuşak kollarını terk etmek zorunda kalmak bana kalırsa. İşte uyanmanın sırrı. İşte "görmeyi yeniden öğrenmenin" sırrı.
"Hayatımızın belli bir anında, yaşamımızın denetimini elimizden kaçırırız ve bunun sonucu olarak hayatımızın denetimi yazgının eline geçer. Dünyanın en büyük yalanı budur." Simyacı adlı kitapta böyle bir söz var. İster istemez bu cümle beni düşündürüyor. İnsan iradesinin özgürlüğü meselesi hakkında söylenmiş bir söz gibi duruyor. İnsan iradesinin özgür olduğunu, insanın hayatını kendi imkanlarında yapılandırabilme yetisi olduğunu düşündüğüm için bir derece katılıyorum evet, bizi buna inandırıp güçsüz kılan fikirler, sözler var. Ama o özgürlük de sınırlıdır. Ve eğer insan cidden kendine sunulan sınavlarda başarısız oldu ve iplerin ucunu elinden kaçırdıysa denetim elden gidebilir. Ne tamamen yazgının kurbanı, ne de kendi başına buyruk yaratıcı canlılarız sonuçta. En iyi seçenek, hayatta her an denetimi elde tutup ama aciz birer insan, kul olduğumuzu unutmamak.
Reklam
"Yapamıyorsan söyleme!" tarzında bir baskı var insanlara karşı. Bu bir yerde haklı bir eleştiri fakat bence o eleştiriyi insan kendine karşı yapmalı. Başkasına yaptığın zaman anlamsız oluyor. Bu cümle bir öz eleştiri cümlesi olmaya daha çok yakışıyor. Çünkü karşınızdaki "sırf nefsimden veya başka bir takım sebeplerden ötürü bu doğruyu saklamak zorunda mıyım?" diyebilir. Lakin ilim amel çatışması yaşamamak adına bu baskıyı kendimize uygularsak daha güzel davranış sahibi olmaya hak kazanabiliriz. Bunun içinse en lazım olan şeylerden biri bence cesaret. Ahlak ve güzel davranış bir bakıma cesaret işidir aslında.
Hayatı bir olasılığa bağlı katlanılır sayacaksak eğer, bu olasılığın bir rüyanın mı gerçekleşmesi olduğunu düşünürdünüz yoksa bir hayalin mi?
"Narkissos için ağlıyorum, çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum." Simyacı'dan bu alıntı üzerine şunu sormak istedim: Bir dostun derdini dinleyememek, onu anlayamamaktan muzdarip oluşlarımızı baktığımız her yerde, duyduğumuz her seste kendimizi, kendi derdimizi, kendi hayatımızı görüyor oluşumuza bağlayabilir miyiz?
"Şehrin ufuklarına bakınız: Kimse inanmıyor ve kimse şüphe etmiyor. Şüphe etmeyenin imanı olur mu?" Nurettin Topçu'ya ait bu fikir, İsmet Özel'den şu dizeyi hatırlatıyor: "Küfre yaklaştıkça inancım artıyor."
31 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.