Nasıl bir evlad, baba dostuna ve akrabalarına ikram ve iyilik etmek, onları sevip saymakla mükellef ise, kadın da evlilik bağının takviyesi için eşinin yakınlarına ikram ve iyilikte bulunup onlara karşı güzel davranmakla yükümlüdür.
"Babasına benzeyen haddi aşmış sayılmaz. Yáni kusur işlemek, babadan kalma bir mîrasdır. Evlâd, babaya benzeyebilir, fakat benzeyiş her yönü ile olmalıdır. Baba kırdığını sardığı ve yıktığını yaptığı gibi, evlâd da aynı yolu tutmalıdır."
Reklam
Ana, baba, zevc, zevce ve evlâd sevgileri, sahip olduğumuz maddî ve mânevî imkanlar ve benzeri dünyâ nîmetleri, Cenâb-ı Hakk'ın, kullarına büyük lutuf ve imkanlarıdır. Lakin bütün bu sevgiler, Hakk için ve Hakk yolunda vâsıta olmalıdırlar. Bunlara ve benzerlerine gönlümüz esir olmamalıdır. Çünkü "Hüsn-i Mutlaka (mutlak güzellik sahibi olan Allâh'a) âşık olanlar, cüzlere âşık olmazlar. Cüzlere gönül verenler de, bütünden mahrum kalırlar. Yâni dünyaya gönül verenler,Mevlâ aşkından mahrum kalırlar.
Cenâb-ı Hak, kadını duygu bakımından erkeğe göre daha zengin yaratmıştır. Âyet-i kerîmede çocuğun yaratılışının başlangıcı beyân edilirken, erkekten gelen kısmın “sulb: bel kemiği” civârından, kadından gelen kısmın ise “terâib: kalbin yakınında bulunan ve bir his merkezi olan göğüs kemikleri” arasından çıktığı bildirilmektedir. Bu, kadının zengin bir hissiyat dünyasına sâhip olduğuna işâret etmektedir. Bu duygu ve his zenginliği, kadına Allâh’ın yüklediği bir temel vazîfenin îcâbıdır ki o da, neslin muhâfazası ve terbiyesidir. Bu sebeple onlara iyi davranılmalıdır. Baba, evlâda anne gibi bakamaz; altını değiştiremez, onun için uykusunu terk edemez. Evlâd sele kapılsa anne arkasından kendisini fedâ ettiği hâlde, erkek bunu yapamaz. Anne devamlı evlâdının çilesi, kaygısı ve muhabbeti içinde yaşar. Onu dokuz ay karnında, iki yıl kucağında, bir ömür boyu ise kalbinde taşır. Evlâd yemese, içmese annenin huzuru kaçar. O ağlarsa anne de ağlar. Bu sebeple anne hakkı ödenemez.
Sayfa 111Kitabı okudu
Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım ise 1857 yılında Selanik yakınlarındaki Langaza’da doğdu. Zübeyde Hanım, güzel olduğu kadar, zeki ve cesurdu. Türklüğüyle gurur duyardı. Batılı bir tarihçiye göre: “Zübeyde Hanım, damarlarındaki ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hâlâ Toros Dağlarında özgür yaşamlarını sürdüren, sarışın Yörüklerin kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı.” Zübeyde Hanım, bu düşüncelerinde haksız da değildi. O, gerçekten bir Yörük kızıydı. Zübeyde Hanım’ın ataları Konya Yörüklerindendi. Baba soyu olarak, Evlad-ı Fatihan’dı. Zübeyde Hanım sık sık: “Soyumuz Yörük’tür, Konya-Karaman yöresinden buraya gelmişiz. Babam Feyzullah Efendi’nin büyük amcası Konya’da kalmış, Mevlana Dergâhı’na girmiş, orada Yörüklüğü tutmuş.” der. Türk olmaktan ayrı bir haz duyar, Türklük bilincini çocuklarına da aşılamaya çalışırdı. Mustafa Kemal, daha çocuk yaşlarda Türk ile Yörük arasındaki ilişkiyi kavramış gibiydi. Kızkardeşi Makbule, bir gün Mustafa Kemal’e: ‘Yörük ne demektir?” diye sordu. Mustafa Kemal, gülerek; “Yürüyen Türk demektir.” cevabını verdi.
Çocuk Eğitiminin 7 Püf Noktası
1) Helâl lokma yemek ve yedirmek, Boğazdan geçen her şey, bünyede çeşitli tesirler meydana getirir. Haram lokmanın tesirleri ibadetlere karşı isteksizlikle başlar, daha büyük belâlara doğru genişleyerek devam eder... Evlâd-u iyâline helâl lokma yedirme hassasiyeti taşımayan bir anne-baba, mücadeleye en başından yenik girmeyi de kabullenmiş
aşina
Reklam
42 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.