Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Baba otoritesini sarsacak en büyük tehlike ve baba rehberliğinin yokluğunda oğulları baştan çıkaracak şeytan ise Batı'dan gelecek fen ve teknik değil, duygusallık ya da Tanzimat deyimiyle "şehevilik"tir. Tanzimat romanında ruh ve beden yalnızca birbirinden ayrı varlıklar değil, birbirine karşıt varlıklardır. Bedensel olan her duyuya kuşkuyla bakılır. Shakespeare çevirilerinde duyularla beslenen imgelerin tümü sansür edilmiş ve yerlerine düşünsel imgeler konmuştur. Tüm romanlarda aşk, şehevilik ve sevgi diye ikiye ayrılır; kadın kahramanlar da erkeklere olan bağlıkları ruhani bir sevgi mi yoksa duyusal bir şehvet mi olduğuna göre melek ya da şeytan olarak sınıflandırılır.
Aşoke'nin ingilizcesi yeterince iyi olduğunda kitapları kendisi okumaya başladı. Karamazov kardeşler, Anna karenina, babalar ve oğulları kitaplarının kimi sayfalarını dünyanın en gürültülü, en kalabalık sokakları olan chowringhee ve gariahat caddelerinde yürüerken okumuştu. Bir defasında onu taklit etmeye çalışan küçük kuzeni Aşoke'nin evindeki kırmızı kil merdivenlerinden düşüp kolunu kırmıştı. Aşoke'nin annesi en büyük oğlunun bir gün kafası Savaş ve Barış'in içine gömülü halde yürürken, bir tramvayın ya da otobüsün altında kalacağından emindi. Öldüğü anda bile kitap okuyor olacaktı.
Sayfa 13 - Everest yayınlarıKitabı okudu
Reklam
Ağlamayı kendilerine yasak eden babalar, oğullarına da yasaklıyor erken yaşta. Bacak kadar çocuğa bile, “Erkek adam ağlamaz” demelerimiz bu yüzden. Evladını uzaktan sevmekle olmuyor babalık. Bir de sevdiğini göstermek var. Kişi oğluna duygularını iletemiyorsa, kaskatı ahlak değerleri ya da belletilmiş erkeklik kodları adına kendini tutuyor, çocuğuna sarılamıyorsa, öyle sevgi, tek kanatla uçmaya çalışan kuş gibi. işin ilginç yanı, bu tür otoriter babaların çoğu, ilerleyen yaşlarda yumuşacık dedelere dönüşüyor. Oğullarına gösteremedikleri sevgiyi katbekat torunlarına veriyor. Altmışlarında, yetmişlerinde, seksenlerinde dedeler, ufacık torunlarının yanında yeniden hayat bulmuşcasına alabildiğine sevecen, olabildiğince şefkatli, her türlü çocuk kaprisine “bana mısın” demeden, ne kadar doğal, nasıl da kendiliğinden... Kim inanır aynı erkeklerin geçmişte kendi oğullarına karşı kaskatı davrandıklarına, daima mesafeli olduklarına? Kim inanır torunlarının yanında böylesine sevecen ve duygusal olan dedelerin, seneler boyu oğulları karşısında duygularını bastırdıklarına? Bizde babalar değil, dedeler büyük balık oluyor genelde.
Akıllı olsun derler analar babalar Oğulları doğduğunda. Ben ise aklımla İçine ettim tüm yaşantımın. Şimdi, yalnızca Bilgisiz ve düşüncesiz biri Olmasını diliyorum oğlumun. O zaman rahat bir yaşam sürer işte Bakan olarak kabinede.
Aziz Nesin'in Mektubu...
“Sevgili oğlum, biliyorsun, ben bir yoksul aile çocuğuydum. Bu yüzden istediğim, sevdiğim bir işin adamı olamadım. Ben bir bilgin olmak isterdim. Matematikte ve fizikte ve bütün doğabilimlerde olağanüstü bir yeteneğim vardı. Ama ne yapayım ki, parasız okuyabilmek uğruna asker oldum. Üstelik iyi bir asker oldum. Askerlikten de çok şeyler öğrendim. Sonunda yazar oldum, isteyerek yazar oldum. Ama doğrusu, başka bişey olamadığım için yazar olmak zorunda kaldım. Sonuç kötü olmadı. Ama hâlâ aklım fikrim bilimde… İşte bu yüzden senin bir bilimci olmanı coşkuyla karşılıyorum. Bir baba bencilliğidir bu: Babalar, kendi olmak isteyip de olamadıklarını, oğulları olsun isterler. Üstelik, ben senin bilimci olman için de hiçbir çaba göstermedim. Sen kendiliğinden bu yolu seçtin, ne iyi!”
Çatalca 24 Eylül 1976
Babalar ve Oğulları
Bildiğim bir şey varsa, bir erkek, babasıyla nasıl konuşacağını ölünceye kadar öğrenemez. Hangisi ölünceye kadar? İşte onu bilmiyorum. Henüz.
Sayfa 160 - İletişim, Müntekim GıcırbeyKitabı okudu
426 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.