“ Sevildiğin yere çok gidip gelme ,
kesilir muhabbet itibar olmaz”
Aşık Sümmani sözüyle başlmk istedim, kendimce incelememe..
Nurdan Gürbilek, ara, ara olsada bu sekizinci, buluşmamız, keyıfli gecen tadı damakta kalan hem hal oluşumun sonuna., gelmiş bulunuyoruz
ruhumu besleyen verimli bir okuma oldu yıne.. Kalemine sağlık olsun.
Nurdan Gürbilek
Yazarlar yapıtlarının dünyaya verilmiş benzersiz yanıtlar olmasını ister. Ama bir yapıtın neden benzersiz olduğunu görmek için ona bir başkasının ışığını düşürmek gerekir..
Başkaları ne söylerken o bize bunu söylemiştir? Aynı soruyu başkası nasıl, o nasıl yanıtlamıştır? Başkasının probleminin yerine kendi problemini geçirebilmiş midir?
Benden Önce Bir Başkası bir yazarı bir başkasının ışığında okuyan denemelerden oluşuyor. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sını Kafka'nın Dönüşüm'üyle, Kafka'nın Babama Mektup'unu Oğuz Atay'ın "Babama Mektup"uyla, Tanpınar'ın günlüklerini Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'ıyla, Benjamin'in Pasajlar'ını Tanpınar'ın Beş Şehir'iyle birlikte okuyan ikili denemeler. Peyami Safa'nın "Şark Nedir?"ini Cemil Meriç'in Bu Ülke'siyle, Cemil Meriç'in Bu Ülke'sini Edward Said'in Şarkiyatçılık'ıyla birlikte ele alan, bir çapraz okuma perspektifiyle birbirine bağlanan
karşılaştırmalı denemeler.
Darbe olmuş. Cuntacılar ibret-i alem için adam asma telaşındalar. Kurbanlardan biri de Veysel Güney. On bir gün arayla yapılan iki duruşmadan sonra idamına karar veriliyor Veysel'in ve 10 Haziran 1981'de asılıyor. ldam gecesini, dönemin Gaziantep Cumhuriyet savcısı anlatıyor:
" ... dedim 'Veysel, son bir arzun var mı? Adettendir, son arzun nedir?' 'Babama mektup yazacağım' dedi. Kağıt kalem verdik. Yazdı mektubunu. Hiç kimseyi tanımıyordu orada ve ipe götürülen bir adamdı. Avukatı yoktu, yakını yoktu, hiç kimsesi yoktu . . . "
Veysel'in mezarı da yok şimdi. Asmakla kalmamışlar, ölüsünü de vermiyorlar.
" ... Karga ağzında bir karga ölüsüyle geldi uzaktan ve orada bir yere kondu. Toprağı eşeledi ve ağzındaki ölüyü, açtı
ğı çukura koydu. Sonra eşelediği çukurun üzerini yine toprakla örttü. Bunları gören Kabil'in içi yandı, bir karga kadar olamadığı ve kardeşinin ölüsünü açıkta bıraktığı için pişman oldu. Ah! etti ... "
Ey cellatlar, ey güvercin kasapları, ölüm tacirleri...
İnsan daha konuşmadan, öğrenmeden, bilmeden "mezar kazıyordu" ölüsü için.
Ne Berfo ananın oğlunun ölüsünü verdiniz, ne de Veysel'in mezarını .. .
Ölülerimiz nerede?
Annem, evi, babamı ve bizi terk ettiğinde ben altı yaşında, abim sekiz yaşındaydı. Annemin babamı terk etmesini o yaşta bile anlamıştım da, bizi terk etmesini anlamamıştım. Anne çocuklarını terk eder miydi?
Babam, annemi döverdi. Babam beni, abimi döverdi. Ben o yaşlarda babalar döver diye biliyordum. Babalar döver…
Anneler olmayınca, evlerin
Bugün, belki de sen artık öldüğün için, bana bir zamanlar haksızlık ettiğini düşünemiyorsam da, bana haksızlık edildiği düşüncesi içimde öylesine gelişti ki artık bütün dünyayı suçluyorum bu bakımdan.
Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken bir yandan da onlarla sobbet ediyor, "Nerelisin?", "Kaç kardeş siniz?" gibi sorular soruyordu.
Gözleri bir ara, saçının ortası kırmızı olan bir delikanlıya takıldı. Delikanlıyı yanına çağırdı ve merakla sordu: "Adın ne senin evladım?"
Delikanlı, hazır ol
Beyaz Mantolu Adam ve Babama Mektup hikayelerini beğendim. Ancak zaman kaybı diyebileceğim bir kitap oldu. Akıcı ve etkileyici hikayeler olduğunu söyleyemem.
Oğuz Atay’ı sevgili okurların alıntıları ve Sevgili Olric ile tanıdım ama biraz daha ayrıntı haliyle yoksa üniversiteden elbette duydum eserlerini biliyorum:) Edebiyat dünyasında da adı çokça geçen postmodernist bir yazar olduğu ve içsel bunalımlar gibi temaları işlediğinden hep merak etmişimdir. Kısmet bu güne ve Korkuyu Beklerken ki hikaye
"yanında ağlamazdım kimsenin, gider yatağıma kapanır sessizce ağlardım.annemin akıl edip de beni avutmaya gelişine kadar.babamın annemle yaptığı tartışmaları da yatağımdan dinlerdim.ne konuştuklarını anlamazdım.ama o gergin havayı dehşetle sezer, babama çok içerlerdim.çocuk kafama karşın onlar odalarına çekiline, ses kesilene kadar uyumaz, kimi vakit de yatağımda ağlayarak sabahlardım.düşünmeye o vakitlerde başladım, ama konuşmayı bilemem, öğretmediler bana.bunları neden anlatıyorum sana, bu aptalca şeyleri, beni olduğum gibi tanımanı, her şeyimle anlamanı istiyorum.olduğumdan başka türlü görünmek istemem sana."
"Korkuyu Beklerken," değerli yazar Oğuz Atay'ın sekiz öyküsünden oluşuyor. Hayattayken kült eseri "Tutunamayanlar'ın" 2.baskısını bile göremeyen yazar, genç yaşta ölümüyle gelecekte yazacağı eserlerini ve okurlarını öksüz bırakmıştır.
Kitaptaki ilk öykü "Beyaz mantolu adam," bizleri yalnız, hayata karşı
Çocukluğumu anımsıyorum: tek başıma geçen çocukluğumu;...En çok anneme bağlıydım, ona sonsuz bir sevgim vardı , tek varlığımdı o, onsuz yaşamı düşünemezdim bile. Hiç arkadaşım yoktu,... Kendi kendime oyunlar icat eder , resimler yapardım,...
Arkadaşım neden yoktu? Sokak
çocuklarıydı onlar çünkü ! Annem sokağa çıkmama hiç izin vermezdi..... evimizin penceresinden sokakta neşeyle oynayan çocukları gıpta ile seyrederdim, onlar gibi özgür ve edepsiz olmayı ne kadar isterdim bilsen. Hiç konuşmazdım, konuşacak kimsem yoktu da ondan,... Neşeyi, sevinmeyi, gülmeyi bilmezdim ben.....
babamdan yediğim bir tokat ya da işittiğim bir azarla donup kalırdım. Yanında ağlamazdım kimsenin, gider
yatağıma kapanır sessizce ağlardım.
.. Babamın annemle yaptığı tartışmaları da yatağımdan dinlerdim, ne konuştuklarını anlamazdım, ama o gergin havayı dehşetle sezer, babama çok içerlerdim; çocuk kafama karşın onlar odalarına çekilene, ses kesilene kadar uyuyamaz, kimi vakit de yatağımda ağlayarak sabahlardım. Düşünmeye o vakitlerden başladım..