Bebek gözlerini ilk kez açtığında Mustafa ve Mesude, sanki tek bir bebek değil de bütün doğa çiçek açmış, badem ağaçları gelinlik giymiş, çiçeğe durmuş gibi tuhaf bir sevince kapıldılar.
Ben Cezayir’de otururken, kış konusunda hep sabırlı davranırdım, çünkü, bilirdim ki, bir gecede, soğuk ve arı tek bir şubat gecesinde, Consuls Vadisi’nin badem ağaçları ak çiçeklerle kaplanacaktı. Sonra bu cılız karın tüm yağmurlara ve deniz yeline dayandığını görüp hayran kalırdım. Gene de her yıl direnirdi, ancak meyvesini hazırlamaya yetecek kadar.
Bu bir simge değil. Mutluluğumuzu simgelerle kazanmayacağız. Bunun için daha ciddi olmak gerekir. Yalnız, bazı bazı, mutsuzluğuyla hâlâ ağzına kadar dolu olan bu Avrupa’da yaşamın yükü fazla ağırlaştığı zaman, nice güçlerin hâlâ el değmemiş durumda kaldığı bu göz kamaştırıcı ülkeye yöneldiğimi söylemek istiyorum.
Çiçekli badem ağaçları unut.
Değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
Islak saçlarını güneşte kurut:
olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
nenmli, ağır kızıltılar...
Sevgilim, sevgilim,
mevsim
sonbahar...
Karlara gömülür üzüm bağı ve yöresi. Biz, evlerimizde uyuruz. Ama evlerimiz tapınak içerisinde. Bilinmez. Yeşil üniformalılar tekme ve dipçikle kapılarımızı açarlar; gece demez, kış demez; bizi kamyonlara doldurup şehrin bir
ucunda bekleyen, demirden sürgün trenlerimize götürürler. Kalır badem ağaçlarımız karlar altında. Kasımlar geçer, yeni Hıdrellezler gelir. Bademler çiçek açar. Yeni filizler fışkırır gövdeden. Ama kimse bakmaz, kimse anımsamaz badem ağaçlarını. Ben unutmayacağım ama sizi badem ağaçları! Ben usumda badem filizleriyle örülü bir çevre çizeceğim. Usumda çizdiğim bu çevre içinde kulaklı ve kulaksız Alim Aydamaklarımız; çilli Sevgillerimiz ve koca burunlu Halidelerimiz; üzüm bağlarımız ve mezarlıklarımız; ak keçilerimiz ve karatavuklarımız; Ayı Dağı'mız ve
Soğuksu'yumuz; badem dallarına asılı bebeklerimiz ve bağlarda kanlanan tavşanlarımız; suyumuz, havamız, ışığımız; etimiz ve canımız; akımız, karamız, yaramız... her şeyimiz ve her şeyimizin ortasında ben - ben, sürgünü bin yıl süren bir Yahudi sabrıyla usumda çizdiğim bu çevre içinde durarak içimden:
Men bir saray yaptırdım tepesi daldan
Aytır da ağlarım
Kimimiz maldan ayrıldı, kimimiz candan
Aytır da ağlarım,
" Neden hiç ağaç yok ? " diye sordum sürücüye.
" İsrail bu bölgedeki ağaçları söktü. " dedi sürücü. " Ağaçların güvenliklerine karşı nasıl bir tehdit oluşturduğunu düşünsenize: Tanklarından birinin tepesine bir portakal düşebilir. "
Ben olduğum şeyim ve olacağım şey
Kendimle inşa edeceğim kendimi
Sürgünümü seçeceğim
Sürgünüm destansı sahnenin arka planı
Hem yarına hem anılara ihtiyacını
Savunuyorum şairlerin
Kuşların hem bir memleket
Hem de sürgün yeri olarak
Giydikleri ağaçları savunuyorum