Fatih, İstanbul’u bir nisan sabahı muhasara etti ve bir mayıs sabahı şehre girdi. Bu demektir ki, fetih ordusu şehri kuşatırken bizim olan Boğaz vâdilerinde, Çamlıca tepelerinde, Rami, Davutpaşa kırlarında erik ve badem ağaçları çiçek açmıştı. Otağtepe’de, Fatih’in çadırının etrafı, şüphesiz bir ipek halı gibi bahar çimenleri ve kır çiçekleriyle döşeli idi ve Fatih beyaz atının üstünde bir burçtan öbürüne koşarken Haliç sularında, Marmara’da, tıpkı bizim gibi İstanbul baharının değişen renklerini görüyordu. Yine bu demektir ki, fetih ordusunun ilk top sesleri arasında kumruların aşk daveti işitiliyor, son hücum tekbîrlerine bülbül sesleri dem tutuyordu.
"Ama tinin fethedici erdemleri nerede?...Nietzsche ağırlık ruhunun can düşmanları olarak sıralamıştı bunları: bilgenin kişilik gücü, beğenisi, 'dünya'sı, klasik mutluluğu, çetin gururu, soğuk yetingenliğidir."
"Bu dünya mutsuzluklarla zehirlenmiş, üstelik bundan hoşlanır gibi.Nietzsche'nin ağırlık ruhu dediği şu derde düşmüş tümüyle. Ona el vermeyelim. Tine ağlamak boşuna, onun için çalışmak yeter."
"doğru, trajik bir çağda yaşıyoruz. Ama pek çok insan trajikle umutsuzluğu birbirine karıştırıyor. 'Trajik, mutsuzluğa indirilen zorlu bir tekme gibi olmalı,' diyordu Lawrence."
"Bizim insan işimiz, özgür tinlerin sonsuz bunalımını yatıştıracak birkaç çözüm bulmak. Yırtılmış olanı dikmemiz, öylesine açık bir biçimde adaletsiz bir dünyada adaleti düşlenebilir, yüzyılın mutsuzluğuyla zehirlenmiş halklar için mutluluğu anlamlı kılmamız gerekiyor."