Üç ayrı hayat, üç ayrı karakter ve bunların toplamı aslında bir aile. Parçalanmış bir aile. Anne, baba, çocuk olmanın daha doğrusu insan olmanın karmaşık hâlleri… İnsanın anlaşılma arzusu, ilişkilerde yaşanan irili ufaklı fırtınalar, o fırtınaların enkazından yeniden doğma çabalarını okudum bu kitapta.
Biten sevdaları, yarım kalan aşkları, güvenle çıkılan yoldaki kopuşları okurken kimseye kızamıyor, kimseyi suçlayamıyorsunuz. O da kendince haklı diyor sarılıyorsunuz her birine ayrı ayrı. Terk edilmenin sancısında Mehmet’e, eninde sonunda anneye benzeyen kız çocuklarının kaderinde Elif’e…
Fakat en çok Nergis’in hikayesinde takılıp kaldım. Onun dibe batışları, anneliği sevmeyişi ve bununla ilgili o ağır farkındalığı… Onun anneliği sevmeyişine kızmadım. Aksine lohusa bunalımlarını, lohusalıkla uzaktan yakından ilgim yokken yaşadım bir an. Bu da Melisa Kesmez’in incelikle ördüğü duyguların gücü sanırım.
Tabii, bir de üçünün etrafında varlık gösteren arkadaşları da hikayelerindeki doğal parçalar oluyor. Ben en çok Gülsüm’ü sevdim. Onun koşulsuz sevgisinde, dostluğunda, fedakarlığında yabancı olmayan hisler sezdim.
Son olarak mekân tasvirlerinde denizi hissettim. Denize böylesi uzakken onu hissediyor oluşumu sevdim. :)