Sümbülî bir hava ki bayılmış, kımıldamıyor; hudutsuz bir çevre halinde durup duruyorken
acı bir hisle sanki titreyiverir.
Hasta bi nağme, kalkmıya mecâli yok,
dökülür damla-damla bir gözyaşı;
bu sönen
mevsimin en son nefesidir...
Bu soluk nağme der ki: «Ey faydasız
«inildiyen ömür, çalıp-oynama vakti geçti;
«sen, gelsin, diye baharı beklerken
yaz, hayâta vedâ edip gidiyor,
«seni sonbaharın eline bırakıyor!»
Kaderin ettikleri aştı boyumu bizarım
Ferhat oldum şirin için dağlar gezerim
Gel deyip buyur eder her gün mezarım
Aşmasın haddini ömrüm hudut çizerim
Kırdın kanadımı kolumu neylerim felek
Yalan olsada gülmeye hakkım yok mu
Şu garip boynuma geçirdin yağlı ilmek
Tarifsiz acılar tattım bir sükun çok mu
Rüsva ettin tüm cihana beni güldürdün
Aman verip gözyaşımı bir an silmedin
Baharı beklerken gülleri mi soldurdun
Hep kandırdın hiç kıymetimi bilmedin
Meşk dediğin şey mürekkeple yazılmaz
Çoğalır mı asırlarca dilden dile okunsa
Mevlana der ki aşk kitaplarda bulunmaz
Ne muhteşem olur bir yüreğe dokunsa
Kara sevdaya düşene neylesin hekim
Elden ne gelir ki boşuna çare bulamaz
Figan edecek bülbül güle kalınca yetim
Bedbaht odur eliyle bir çiçeği sulamaz.
Ali Urcan
oysa ben bir yangının kalbine yürüyorum
ruhunda, kaybettiğim cevheri arıyorum
her solukta ömrümü çürürse de bin cefa
gülüme sitem bile edemedim bir defa
ey baharı beklerken sararıp solan kapı
yemyeşil bir bahçede ihtiyar olan kapı