Girişte ayaküstü konuşurlarken, Ayla Hanım oğlunun kolunu
çekiştirdi. “Hadi gidelim, ortada durmayalım…” dedi. “Bir sürü
gelen giden oluyor. Milleti engellemeyelim.” Gözü kapıdaydı.
Yüzünü hafif bir gülümseme sardı. “Ah!.. Canım benim! Şu
gelinin güzelliğine bak! Ne kadar da güzel!” diye kendi kendisine
mırıldandı.
Kapıdan giren genç gelin sırtındaki kabanı çıkarmış,
yanındaki kıza veriyordu. Acelesi olduğu belliydi. Geç kalmış
veya kalmak üzere gibiydi.
Yavuz öylesine, ilgisizce başını çevirdi.
Annesinin bahsettiği gelini daha ilk anda gördü.
Görülmeyecek bir kadın değildi ki… Gerçekten çok güzeldi. Adeta masallardan fırlamış bir prenses gibiydi.
Gelinlik yerine
beyaz, çok zarif bir elbise giymişti. Ten rengi çoraplar ile biçimli
bacakları göz alıcı duruyordu. Giymiş olduğu topuklu beyaz
ayakkabılarla daha da uzun görünüyordu. Geç kaldığı için
telaşlandığı belliydi. Yanakları al al olmuştu.
Çekici gelinin yeşil gözleri salonun içinde gezindi hızla.
Sonra Yavuz’un gözlerini buldu uzaktan… Ve birden heyecanlı
bir gülüş attı ona. Neşe dolu, muzip bir gülüştü! Geç kalma
ihtimalinin olduğu düğüne zorla da olsa yetişmiş olan bir gelinin
zafer dolu bakışları vardı.
Yavuz nefesini tuttuğunu fark etmemişti. O tanıdık gözlerde
kayboldu bir an için.
“Anne…” dedi yavaşça. “O kız Merve!..” Gözlerini ondan
alamıyordu. Her yanı sürprizlerle dolu olan bu kıza
inanamıyordu. “Gelinin…” diye ekledi usulca.