odalar bir pazar'a açarken perdelerini gözlerim o uzak yollarda hep erken heves bundanmış ve hep eczâ çıkarmış çağıltımın son kelâmı: herkes gider ve evlerin küçük oğlu anneye kilit düşer
durmadan incinir çözülen saçlarda serinleyen elim adım kötüye çıkar korkusuyla yaşanır akşamlar nasıl unuturum çok önce kanımda yanan ateşi acz içinde kalır esenliğim, ay ağlar pencerelerde
Reklam
bir şarkı ağlar kahvelerde, her yaraya susarım taşrada sıkıntıyla söylenince bazı sözler patikalarda bırakırım canımın her yükünü, eve dönerim kirpiklerimde pusu, kalbimde mushaf, avuçlarımda eylül kırılmış bir güz ayazı kime dönerim..
soramam: eskiden dindiğim sarnıçlar neden şimdi kin neden göğsümde bentlerden onca gürûh soramam, kendime tanıdığım mehil biter hangi gönle düşsem kapan dolanır ayaklarıma çünkü ne kadar öpülse yine de kanar bazı yazgılar bundanmış ve hep yemin konuşmak gerekmiş: herkes gider ve yas evlerin küçük oğluna düşer
kapanır kapılar yüzüme, kaç yıl daha sabır kalırım ince bahçeler, taş avlulardan geçer ıssız kayalıklarda kötü sır kalırım kendine enkaz insanlar bir tembih gibi bakar unuturum çıkacağım sokakları, ömrümün tamamıdır bu onca sözden, zamandan yadigârım, bilmem kime kalırım..
evin küçük oğluymuşum bir zaman bundanmış sokağa ve aşka çıkarılınca huysuzlanışım bundanmış ve anlamam gerekmiyormuş: şehrin alnında açılan ışıklar kimlerin çocukluğuna değer hangi nefsle aklanır ayrılığı hüner gibi yaşayanlar bundanmış ve hep büyük konuşmak gerekmiş: herkes gider ve düş evlerin küçük oğluna düşer
Reklam
canıma değen her sözden kara seyyah ağrısıyla geçerim uzun bir sıkıntı işte her akşam gidip geldiğim oysa yataklardan geçerdim ben hepaynıhikâyeyianlatankadınlardan koynumda yıkanmış ırmaklar taht kurar uzanıp üzgün aynalardan bakardım kendime
sabaha karşı, mağlûp trenlerin sararmış istasyonlara yanaşması gibiydi babam. herkesin kulak kesildiği bir salâ oldu sonunda. unuturum diye düşünürken mürekkep oldum ona: artık buruşuk bir çarşaf gibi dağılan yüzüne bakınca duydum ancak: anneler erken ölümlerine yakın sevilir babalar.
ürperdikçe ağlayan babam.. ne bir şarkıya nefes kaldı onda ne rabbin dağlarına heves. bütün çocuklarına gizli gizli ağlayan bir kolun sancısı oldu zamanla.
kazâ ve belâ ondan yanaymış eski zaman. kabuğuna alışmış bir yaraya yeniden ilişmenin hazzı gibi yaşlandıkça anılar ona yorgan: keçesine sarınıp dağları uyuttuğu şehri hınzır bir ıslıkla geçtiği gençliğinin haram günleri.
Reklam
rüzgarda dalgalanan bir perde kadar dokunaklıydı onca aleve susan babamın gözleri. bakmam diye düşünürken nişân oldum ona.
oysa nasıl da yalandı geçtiğim âyetler bunca küf, bunca batık ve sır neyi söylerdi marifet miydi sümbüllerle açılan sesimin örgüsü beni ehven-i şer'den öteye götürür müydü tâkatsiz dillerin esvâbını yırtan menkıbeler küllenen bir ocağın başına oturtup babama o giz sözleri söyletir miydi yeniden: günüm ve zamanım nerdeyse orda tamamım nerdeyse şer meleklerim orda hazırım..
ezber bir dille uzandım sayfalara. umarsız tepeler, suyu azalmış hürmetler dolandım sabah ezanları kadar kimsesizdim artık.
laf körüğü dünya! yaşlandıkça neden yalvaran kabirler gibi bakardı babalar. neden! diye düşünürken medet oldum ona.
göğü ne kadar hatmetsem varamazdım artık asayla yürüyen bir babanın efkârına. varamazdım, çünkü gördüm: yaşlandı babam bulanık sulara benzeyerek. silinmiş el yazmaları, boynundaki teslim taşı, her cuma evimizden çıkan yetim yemekleri kadar ferahtı giderek azalmış öfkesine..
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.