Adsız olanı, varlığı kuşkulu o kadını niye unutayım. Unutmam. Neyse onu da tavana yerleştiririm artık. Belki siz bilmezsiniz, badanacıların pek çoğu -hadi pek çoğu demeyeyim, en azından bir bölüğü-, tavana, duvara, eyvah ki eyvah ağulu zakkumlar, ya da şifalı sümbülteberler nakşederler. Altuğ Beyler veyahut Ziynet Hanımlar uykusuz kaldıklarında ve karanlıkta gözlerini yanındakilerden kaçırıp tavana diktiklerinde, çıktığı yoldan geri dönmeyi beceremeyen, bir sevap işlendiğinde sağ omuza konsun mu konmasın mı tereddüt eden ikircikli bir azledilmiş başmelek de görebilirler. Artık o esnada badanacı ne düşünüp de hislenmişse, Sirkeci, Sansaryan Han, balkondan atlayan kedi, karın kapattığı köy yolu ve benzeri şeyler geçirip zihninden, onlardan bir im işlemiştir tavana. Eee, bütün gün para, banka, al aşağı tut yukarı pazarlık, taammüden ticaret-tüketim tapınağımdan kaç kişi girdi gibi şeylerle geçmişse Altuğ Beylerin zamanları, sadece son kata sürülen beyaz karanlık badanayı görürler, soru dolu bakışsızlıkları hiçbir yere varmadan, homurdana iç çeke yan döner, dışarıdan belli belirsiz vuran ışıkta, içlerini ürperten kendi kabartılarını seçerler. Of garip badanacım, sen niye düşünüyorsun bunları, bak Kasım da geliyor, gir şu eve, boya şu tavanı duvarları, kazan üç beş, öğlen olsun, git şu köşedeki Konya Sofrası'ndan etli ekmeğini ye.
Sayfa 25 - Badanacının Bir GünüKitabı okudu