Kaos denilen başlangıçtaki boşluktan ilk üç ölümsüz varlık ortaya çıktı; Gaia
(Toprak Ana), yeraltı dünyasının en derin, en karanlık bölgesini yöneten
Tartaros İle eşsiz güzelliği pek çok Ölümsüz tanrının yaratılışına esin kaynağı
olan Eros (Aşk). Daha sonra Gaia, eşi olmadan Uranos'u (Gökyüzü Baba)
doğurdu. Her yönden kendisini sararak, ölümsüz varlıklara bir barınak
sağlaması için onu kendine denk tuttu. Gaia aynı zamanda Ou-rea (Dağlar) ile
Pontos'u (Deniz) doğurdu.
Gaia daha sonra Uranos'la evlendi. Uranos var olmuş
her şeyi yönetti. Gaia ile Uranos'un ilk ölümsüz çocukları üçüz Yüzer Kollu
devlerdi. Her devin omuzunda elli başı ve her omuzdan çıkan ellişer kolu
vardı.
Ondan sonraki ölümsüz çocukları üçüz Kykloplardı.
Her birinin alnının ortasında sadece bir göz vardı.
Zanaatçılıkta ustaydılar ve daha sonra Olympos Dağı üzerinde tanrılar için
saraylar inşa ettiler.
Uranos bu altı çocuğun korkunç gücünden ürktü.
Kendisini korkuttukları için onlardan nefret etti. Böylece Uranos, her çocuk
doğduğunda, onu annesinden alıp elini kolunu bağlayarak Gaia'nın bağrının,
yani toprağın derinliklerine fırlattı. Her çocuk dokuz gün, dokuz gece
boyunca düştü. Onuncu günde hükümdarının adıyla anılan bölgeye,
Tartaros'a indi. Uranos, yeryüzünün güneş ışığının uzağmdaki bu noktasından
Yüz Kollularla Kyklopları sakladı. Yetkesine yönelik tehdit korkusundan
kurtularak, gözleri gururla ve memnuniyetle parladı, sonsuza dek
hükmedeceğini sandı.
"Bu kitabın adı Yıldızların Serserisi idi. Moğollar gözlerimi kör ettiklerinde kitabın sonlarına yaklaşıyordum."
Leopoldo, nazik olması gerektiğini düşünerek,
"Nasıl bir öyküydü bu?" diye sordu
Yaşlı adam anlatmaya başladı.
Bu haksız yere uzun süre tutuklu kalan bir adamın öyküsüydü. Karanlık bir odada zincire vurulduğundan zihninde yolculuk etmeye başlamıştı. Sanki elinin altında bir zaman makinesi varmış gibi, uzak çağlarda yaşamış insanların yaşamlarını yeniden yaşıyordu.
Leopoldo başlangıçtaki çekingenliğini üzerinden atarak, bu öyküyü ilgiyle dinlemeye başlamıştı. Bu gerçekten büyüleyici bir konuydu.
"Ve sonra işte olanlar oldu ve ben kitabın sonunu okuyamadım," dedi yaşlı adam kederle.
Bilmiyoruz üzerimize düşen tutulmayı, boşluktayız ve zifiri karanlık...
Soğuk ve kaos hakim, kuşların bile kafası karışıyor.
Her kuş artık kendi başına bir sürü ve bir çatışma halinde, gökyüzündeler. Soğuk, karanlık ve kaos, ya kuşlar.
"Ama yersizdir korkmak... "
Güneş yeniden parıldayacak o muteşem görkemiyle ve ısınmaya başlayacağız güneşin sıcaklığıyla. Ancak bu sefer o ilk sıcaklıktan, başlangıçtaki görüntüden farklı olarak göreceğiz onu. Bir tecrübe. Karanlığın en kasvetli halinden sıyrılıp gelmiş, büyük bir kaosun içinden çıkmanın rahatlığıyla şimdi ışıl ışıl parlıyor. Başlangıçtaki saflık yerini “şuurlu saflık’a” bırakıyor.
İşte o zaman güneşle, tabiatla dans ediyor insan. Güneş tutulması yalnızca güneşe mahsus olamaz zaten, ancak insan hissedebilir bu soğuğu, kainatın mükemmel düzenine rağmen sadece insanın kendisi kaos halinde yaşar. İnsanın karanlıktan, bu tutulmadan kurtulmasının, aydınlığa ulaşmasanın tek yoludur “şuurlu saflık”.
Karanlık Armoniler
Öncelikle söylemem gerek: kurgu ve dünya gerçekten muazzam. Gerçekten aşırı heyecan verici. Tek problem var, yazarın her serisinde erkeklerden oluşan hareme attığı tek dişi karakteri sürekli fiziksel aktivitelere sürüklemesi.
Neden yazar? Bir anlatsana neden? Böyle müthiş bir potansiyeli, fantastik gerilim- polisiye konusunda zirveyi
Ve birer birer, er ya da geç, başlangıçtaki isteklerinin iyi ya da kötü oluşuna, doğuştan gelen güçlerine göre taktıkları yüzüğün kölesi haline geldiler, Sauron'un taktığı Tek'in egemenliği altına girdiler. Hükmeden Yüzük'ü takanı korumak için sonsuza dek görünmez oldular, böylece gölgeler krallığına girdiler. Onlar artık Yüzüktayfları'ydı, Nazgûl, Düşman'ın en korkunç hizmetkârları; karanlık onların yanında ilerledi, ölümün sesiyle haykırdılar.