Okuduğum güzel bir inceleme vasıtasıyla tanıştığım Thomas Bernhard, tam aradığım zamanda, tam aradığım tarzıyla karşıma çıktı.
Kafamı karıştıran, beni anlamak için düşünmeye zorlayan, hatta bazı kısımlarını kendi içimde yorumlamış olsam bile anlamadan bıraktığım bir kitap oldu.
Ruhumu yükselten, coşkun bir kavrayış gerektiren, beni yoran, zaman zaman da beynim yandı diye düşündüren yazarları okumayı seviyorum.
".. çünkü söylediğim şey, söylemiş olduğum şeyi, söylediğim anlamına gelmez ki.."
Hadi buyurun bakalım!
Sanat betimlemeleriyle dolu bir kitapta kendime en uzak hissettiğim müzik aleti olan piyanoyla bir nebze yakınlaştım :))
Ve çok iyi anladım, bir müzik dehasının seyirciler önünde çalmaktan ne şiddetle nefret ettiğini..
Anlaşılmamak, anlaşılmadığını ya da anlaşılmayacağını düşünmek ego değildir bazen. Acı bir gerçektir.
"dedi, diye düşündüm.." kısmının başlarda basım hatası olduğunu zannetsem de sonra yazarın takıntılı dili, orijinal anlatımı olarak çok sevdim.
Yazar, hayatın kendisine çok farklı bir pencereden bakıyor. Ben, binlerce pencere keşfettim diye düşünürken, nasıl oldu da O 'nun penceresini fark etmedim bile?
........
"Her şey, her zaman gridir.." Belki de siyah, belki de mavi.. Her şey her zaman aynıdır, yüzlerce farklı dil ve milyonlarca farklı kelimeyle anlatılsa bile.
İnsanın sorası geliyor ;"Bay Bernhard! Bu karmaşık düşüncelerin arasında nasıl oldu da kaybolmadınız?
Ya da insanlara, şehirlere beslediğiniz o nefrette nasıl boğulmadınız?"
Eminim cevap olarak bir kitap daha yazardı..
Yoruldum ama doydum :))