Sorun şu ki Tanrım, gömleğim bir kavgada önden yırtıldı ve ben kimselere anlatamıyorum. Kimseler inanmıyor gözlerimdeki yaraların gerçek olduğuna. Oysa ne Meryem’in iffetindan şüphe ettim ne de Magdalena’ya bir tek taş attım. Kalbime sıkışmış bir hayvan içimden kemiriyor bedenimi. Sık sık uyanmam bundan gece yarıları. Çalan her telefondan ürküyorum. Yastığımla başımı kapatıp kurtulmaya çalışıyorum. Söyleyebileceğim hiçbir şey yok. Artık buradan gitmelerini ve başka kabuslara düşmelerini diliyorum.
Bu gecenin hiç bitmeyeceğinden korkuyorum. Yaşlı kadınların hayatlarını çalıyor kargalar. Her sabah evlerin önünde siper tutuyorlar. İşte böylesi endişeler çınlıyor kulaklarımda. Böylesi gereksiz, böylesi saçma.
Tanrım biliyorum senden çok şey istiyorum.
Ve biliyorsun ki artık bir başkası yok.
Ve biliyorsun ki kalbim yarılacak.
Biliyorsun ki geceler uzamaya başladı.
Biliyorsun ki,
Yalnız hüznü vardır kalbi olanın.
Biraz inşirah lütfen!
İstatistik tablolarında ölümler düşüyor payımıza. Gazete manşetlerinde tüketiyoruz hayatı. Hayata gözlerimi kapıyorum. Hayata kalbimi kapıyorum. Hayata ruhumu kapıyorum. Sesler ve ışık yok artık. Aşk ve merhamet yok.
Böylesi yoksuluz işte Tanrım!
Kentin büyük ve gösterişli binalarına sıkışmış ruhlarımız.
Bir gün uzaklarda düşeceğim. Kimselerin tanımadığı yerlerde düşeceğim ve öylece kalakalacağım. Bedenimden yayılan kokular rahatsız edecek iyi giyimli insanları. Korkarım bir gün uzaklarda düşeceğim. İşte böylesi korkular düşüyor birden üzerime ve ben ne yapacağımı şaşırıyorum. Kiminle konuşacağımı ve nereden başlayacağımı sözlerime. Kelimelerin, dişlerimin arasına sıkışacağından ve hep yarım kalacağından cümlelerin. Başlayıp da yarım kalmış aşklarım gibi. Tam söyleyecekken dilimin tutulduğu aşk itirafları gibi. İtiraf edilmemiş aşkların mezarlığına dönüyor kalbim. Ya yağmur bastırıyor o sırada ya da bir yaprağın dansına takılıyor gözlerim. Sık sık uzaklara dalıyorum.
Tanrım bu nasıl bir yorgunluktur? Uhud az önce sona ermiş gibi nefes nefese yürüyorum. Sözlerin nasıl da yoruyor bedenimi. Sarsılıyorum, titriyorum, ateş vücudumu sarıyor. Gözleri çalınmış savaşçılar dolduruyor uykularımı. Kadınların çığlıkları ile uyanıyorum gece yarıları.
Yatağımdan ölü çocukların şarkılarını topluyorum sabahlara kadar. Şeytanın kirli tırnaklarından besleniyor kentliler.
Işık, biraz lütfen!
Mabedlerin karanlığında günaha el açıyoruz.
Beni artık kimseler arayıp da bulmasın
Beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında
Yıktığım saltanatın dizinde inlediğim
Aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın
Çünkü ben çok gizli bir yanlışın
Dehşetengiz yeteneğini ölçmek için
Yepyeni bir hata için iniyorum Akdeniz'e
Ben bu hayatı bilerek, isteyerek, her dakikasını kendimin kılarak, duyarak ve düşünerek, uyanıklık içinde yaşamak istiyorum.
…insan, ölüm kendini bulduğu anda içinde bir boşunalık duygusu taşımamalı.
Koklasam saçlarını bu gece tâ fecre kadar
Acı duysam gözünün rengine dalsam da senin
Kanatır rûhumu mâzide kalan hâtıralar
Doyamam ömrüme ben kalbini çalsam da senin
Adaletsizliğin, kötülüğün çirkefinden yükselen ahlaki görkemi fark etmek; kendinden uzaklaşarak çamurlu gözlerdeki zor fark edilen ve uzak güzelliği yakalamak; bütün o zayıflığın, irade zaafının ve ahlaksızlığın içinden, tüm o cehennemi vahşiliğin arasından yükselen gücü, hakikati ve yüce manevi donanımı görmek...
Putperestler diyecekler ki: ‘Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyde haram kılmazdık.’ Onlardan öncekiler de aynı şekilde (peygamberleri) yalanladılar en sonunda azabımızı tatlılar. De ki: yanınızda bize açıklayacaksınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.
De ki: Kesin delil, ancak Allah’ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.
En’am 148 -149