Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

BaykuşSever

Önemli olan tanrının bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanı çalamayan bir usta gibi, tanrı da insandan doğru ses çıkaramamıştır. Bu yüzden tanrı hariç bütün güçlü insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir.
Reklam
Tanrının hala tanrı tanımaz bir anarşist olduğunu düşünüyorum. Ve insanın da çamurdan üretilmiş bir maymun olduğunu. İkisi bir araya gelince mutlu bir son beklemek zor.
Herhangi bir konu ya da kişi incelemenizi isteyebilir miyim? “Şans oyunları dışında kalan her şey olabilir. Çünkü onlar, tesadüfün olmadığı bir evrende tesadüf açlığı ile yaratılmış düzeneklerdir. Kuralları hayatın işleyişinden farklıdır.”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Çağdaş uygarlık da şiddetin anlamı paraydı. İhtiyacım olan güç, her banknotun içinde yeterince vardı. Kuralları kullanarak paraya ulaşmanın yolu, kurallar bilgimi satmaktan geçiyordu. Kuralların varlığını bilmeyenleri. Sayıları şiddetin doruğuna çıkmama yetecek kadardı. Ben, insanların yarattığı sorunlara çözümler yaratacaktım. Yüzlerinin içine bakıp geleceklerini anlatacaktım bir kural danışmanı. Mesleğimin adı bu olacaktı. Ancak kimseyi tanımıyordum hiç kimseyi.
Aynı yerde kaldıkça, nesneler Ve insanlar yozlaşır, çürür ve de leş gibi kokmaya başlarlar.
Reklam
İ seçmek durumunda bırakılıyorlar, zorlanıyorlar dedim. Kim tarafından mı? Sadece her çeşidinden fanatikler ve yabancı düşmanları değil, sizin ve benim tarafımdan da, aramızdaki herkes tarafından. Gerçekten de hepimizin içinde köksal ‘mış bu düşünce ve ifade alışkanlıklar yüzünde, bütün bir kimliği, öfkeli ilan edilen tek bir aidiyeti indirgeyen aidiyet indirgen O dar, o sığ, Yobaz, Kolaycı yaklaşım yüzünden.
bana içimin derinliğinde ne olduğunu sorulduğunda bunda herkesin içinin derinliğinde ağır basan tek bir aidiyetin bir bakıma kişinin derin gerçekliğinin doğarken ebediyen belirlenen artık değişmeyecek olan özünün var olduğu inanış yatıyor; sanki geri kalanının, bütün geri kalanın hiçbir önemi yokmuş gibi ...
Yani yarı Fransız, yarın Lübnanlı mı? Hiçte değil! kimlik bölmeleri ayrılamaz, o ne yarımlardan oluşur ne üçte birler de ne de kuşatılmış diyarlardan. Benim bir çok kimliğim yok, bir kişiden diğerine asla aynı olmayan özel bir dozda onu biçimlendiren bütün öğlerden oluşmuş tek bir kimliğim var.
Zamana güven yaşarken asla varamayacağın yerlere seni sadece o götürür.
Aynı yerde kaldıkça nesneler ve insanlar yozlaşır, çürür ve de leş gibi kokmaya başlar.
Reklam
Damlardan, devleri andıran duman sütunları yükseliyor, birleşip ayrılarak, bu koyu kitleler, eski kentin üstünde yeni bir kent oluşturuyordu. Zayıf ya da güçlü halkıyla bütün bu dünya, yoksulların kulübeleri ve Kodamanlar iyi gösterişli saraylarıyla bütün bu yapılar, bütün bunlar, bu alacakaranlık altında, koyu mavi gökte, hafif bir buğu gibi biraz sonra silinip gidecek bir masal düşüydü sanki.
“Başına gelene şaşırmayasın isyan. Şunu kafana sok kardeşin senin aşka erişemeyeceği bir üstünlüğe sahip.” “Neymiş o diye sordum. “ o eski bir direnişçinin kardeşi; sen ise alt tarafı eski bir kaçakçının ağabeyinin. “ Güldüm. Hıncım geçmişti.
Babam Doğu Akdeniz’de çok yaygın olan hassasiyetleri ve aidiyetleri idare etme huyundan bütün kalbiyle nefret ederdi; örneğin misafirlere, ‘aman dikkat’ “Filanca yahudidir, falanca hristiyandır!” Denilmesinden. Herkes biz bizeyken ettiği sözleri kendine saklayıp güya ötekine saygıdan kaynaklanan, askında aşağılama ve tiksintiyi yansıtan sıradan, ağdalı kalıplarla konuşmaya heveslenirdi. Sanki iki taraf iki ayrı türe ait varlıklarmış gibi.
Şansa inanır Mısın? Ya da kısmete? Bizim oralarda ‘Kandil’in yağı bitmeden insan ölmez’ ayarında bir atasözü vardır. Demek ki benim de Kandil’imde daha yağ varmış.
Her milletten insanın doğunun limanlarında yanyana yaşadığı, dillerin birbirine karıştığı o çağ, eski zamanların bulanık bir anısı mıdır? Yoksa geleceğin bir belirtisi midir? Bu rüyaya sıkı sıkı sarılmış olanlar geçmişten kopamayanlar mıdır? Yoksa gönül gözüyle geleceği görenler mi? Buna cevap vermeye gücüm yetmez ama babam, işte buna inanıyordu. Bir Türk ile bir Ermeninin gene kardeş olabileceği, sepya rengi bir dünyaya.
Hem zaten geleceği kuran, geçmişe dönük özlemlerimiz değil de nedir?
Reklam
“Aramayın, tanıyacak yüz yok içinde, bu halktır, bu kaderdir.”
-İlk neyi konuşalım diye sordu. -En kolayı en baştan almak, Doğumunuzdan ... -İki koca dakika ağzını hiç açmadan odada gezindi. Sonra, bir soruyla karşılık verdi. -Bir insanın hayatının doğumuyla başladığına emin misiniz?
Bir zamanlar diyordum ki: Bu Türktür, bu Bulgardır, bu Yunanlıdır. Ben vatan için öyle şeyler yaptım ki patron tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim… Neden?”Çünkü bunlar Bulgarmış, ya da bilmem neymiş… Şimdi kendi kendime sık sık şöyle diyorum, hay kahrolasıca herif, hay yok olası aptal! Yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır bu kötü adamdır. İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk. Hepsi bir benim için. Şimdi iyi mi kötü mü yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça buna da bakmamaya başladım. Ulan ister iyi ister kötü olsun be. Hepsine acıyorum işte… Boşversem bile bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, (…) o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek… Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be… Hepimiz kurtların yiyeceği etiz.
Kentler, büründüğümüz kıyafetler gibidir. Kimi zaman bol, dökümlü, zengin gösteren, kimi zaman eski püskü, gariban ama mağrur, bazen renkli, coşkulu ve canlı, bazen de gri, soluk, bulanık ve kasvetli. Üzerimize yakıştırdığımız kent bizi sarmalar ve dışarıdan, başkalarının gözünde nasıl algılandığımızı belirler. Bazısı da vardır ki çırılçıplak bırakır, açgözlülükle yuttuğu insanlarını. Rio gibi. Cinselliğin buharında soluk alıp verebilen bir kent: Rio de Janeiro. Hep çırılçıplak ama hep maskeli. Hep doygun ama hep aç…
Homeros, Buddha, Bergson, Nietzche ve Zorba. Bunlardan birincisi, benim için, ölümsüzlüğü bir ışıkla aydınlatan, camdan yapılmış parlak bir göz olarak kalmıştır; Buddha dünyanın dünyanın, içinde boğulup kurtulduğu dipsiz bir göldü; Bergson beni gençliğimde her biri benim için birer işken olan çözülmesi olanaksız felsefe sorunlarından kurtardı; Nietzche ise yeni acılarla zenginleştirdi beni ve bana sıkıntıyı acıyı ve kararsızlığı gurura çevirmeyi öğretti; Zorba ise hayatı sevmeyi ve ölümden korkmamayı öğretmiştir bana!
Bir bildiğin varsa şimdi söyle derim ben. Çünkü sabaha geç kalabilirsin. Şunu da unutma ki, yeryüzünde gecikmişliğin ilacı yoktur.