“Yeşil Altın” adlı öyküden...
- Bu Hurşit doğru diyor, karşılıklı sevinirken birer de şeker atıp ağzına daha çok sevinirsin. Ağzın bile tatlanır, dilin damağın sevincine katılır. - Ağzın da bayram eder. - Ya burnun? - Burnuna ne bayramdan? - Lokumun bir güllü lokum diye çeşidi vardır. Yerken gül kokusu yayılıyor burnuna. Yalnız dil damak değil, burun da bayram ediyor.
Sayfa 115Kitabı okudu
“Yeşil Altın” adlı öyküden...
- Ula Hurşit. - Buyur baba... - Sen git de aşçıyı getir bana bakayım. - Başüstüne beybaba. Hurşit olduğu yerden şöyle bir çark ediyor, kapı ve uzaklaşan adımlar güvertede. Çok az zaman geçiyor, güvertede adımlar yaklaşıyor, kapı ve geminin aşçısı da içeride. - Beybaba, bayramlaşmak için geciktim biraz, önce dedim çorbayı ateşe koyayım da... - Bırak şimdi çorbayı... Bugün bayram değil mi? - Evet, bayram beybaba. - Hem de Şeker Bayramı. - Öyle, Şeker Bayramı. - Şekerin nasıl, bol mu? - İyidir, bu seferi çıkarır. - Bak, iyi dinle şimdi. Çocuklara kuvvetli bir tatlı yap istiyorum. Ama kıyacaksın şekere, öyle bir tatlı yap ki, bayram geldi diyelim. İki dudak birbirine yapışmalı şekerden, hani zor ayrılmalı. - Başüstüne, yapayım. - İşte dediğim gibi, bayramlık bir tatlı olsun, her zaman görülmemiş bir tatlı. Öyle bir tatlı yap ki, denizde geçen bayram bizi yetim bulmasın. Hurşit ağzını açmadan duramıyor. - Aşçıbaşı, çirahtadan daha tatli bir tatli...
Sayfa 117Kitabı okudu
Reklam
“Yeşil Altın” adlı öyküden...
- Dur bakayım, aksi oldu bu sefer, şekerim de yok ki size tutayım, unutmuşum almaya. Şekersiz bayram olmaz... - Beybaba, bu denizcinin bayramı, denizde geçen bayram şekerli olur mu hiç, olsa olsa tuzlu olur denizde geçen bayram, damakta deniz tadı...
Sayfa 117Kitabı okudu
“Yeşil Altın” adlı öyküden...
(...)Islak bir bayram sabahı yeri yöreyi şeker taneleri doldurmuş çarmıklarda, halatlarda, küpeşte üzerinde, manikaların kambur, eğri sırtlarında bile birikmiş o yuvarlak şeker taneleri kırağı şebnem tane tane.
Sayfa 114Kitabı okudu
“Bayram” adlı öyküden...
“Bugün Amanosların üzerinde sis yok,” diye düşündü. Denize çatık kaşlarıyla bakan bu dağların başında sis yoksa, hava güzel demekti. Nermin azlığını hissederek havayı içine çekti. Denizle Amanosları hep bir çatışma içinde düşünürdü. Deniz kabardıkça, Amanoslar göğsünü şişirerek iteklerdi sanki onu. Hele Yarıkkaya rüzgârı! İskenderun’u üfler gibi kayanın oluğundan kente oradan da denize savururdu kendini. Yarıkkaya rüzgârı! Rüzgârın en heybetlisi! Kırar dökerdi her şeyi. Ağaçları, direkleri, antenleri... Böyle zamanlarda Bekir rüzgârla doldururdu her yerini. Hızlı esen, ama üşütmeyen Yarıkkaya rüzgârıyla.
“Bayram“ adlı öyküden...
Bayramın son günüydü. Mahalleden gelen gidenler de olmuştu. Bekir’le karısı kendileri için değil, ama şu çocukların kursaklarından geçmeyen eti düşünüyordu. Mahallede kesilen kurbanların kokuları dumanlarıyla ortalıkta salınırken, çocukların bakışları, yutkunmaları... Bekir’in ağrına gidiyordu. Üç gündür bayramda tek bir kişi bile bir tike olsun
Reklam