Öğrenmek ise “ög-len-mek” kelimesinden türemiştir. Ög eski Türkçe’de akıl, zihin demektir. Buna göre ög-lenmek akıllanmak, anlayış sahibi olmaktır. Fakat öğrenmeye getirilen başka bir açıklama da onun “öğür” ile ilişkili olduğu şeklindedir. Eski Türkler evcil hayvan sürüsüne öğür derlerdi. Bu bakımdan öğrenmenin alışmakla bağlantılı olduğu düşünülmüştür. Zira hayvanlar alıştırıla alıştırıla evcilleşir, öğür’ün parçası olur. Nitekim biz de pek çok şeyi alışarak öğreniriz.
Etimolojik olarak öğrenme kavramı her ne kadar sürü ile ilişkilendirilse de bana göre öğrenmek sürüden ayrılmaktır. Zira sürünün ne öğrenmeyle işi vardır ne de düşünmeyle. Fakat siz yeni bir şey öğrenmeye, olan biten hakkında fikir üretmeye başladığınızda sürüden koparsınız. Sürünün kendine ait fikri yoktur; çünkü gazeteler, televizyonlar dört bir koldan ona neyi nasıl düşüneceğini öğretir. Böylece halkın tek bir ‘öğür’ olması amaçlanır. Bunun için belli standartlar oluşturulur ve insanların o standartlara uygun yaşamaları istenir. Dikkat edin; öğrenciler kendilerine öğretilen veya ezberletilenlerin dışına taşmak istediklerinde destek görmezler. Çünkü onlar kendilerini gerçekleştirmek, var olan potansiyellerini geliştirmek için değil; şirkete, fabrikaya iyi bir eleman olmak için eğitim almaktadırlar. Egemenlerin şekillendirdiği dünyada insanların kim olduğunun, neler hissettiğinin hiçbir önemi yoktur. Önemli olan egemenlerin işine yarayıp yaramadığıdır. ‘Tazılar kendileri için koştuklarını zannetseler de efendileri için koşarlar,’ hükmü maalesef modern çağ için de geçerlidir.