kendimizi itinayla bir inceleyelim. reflekslerimiz dışında tüm iradi arzularımızda önce bir heyecan dalgası yaşarız ve yapılacak işi duygusal olarak algıladığımızı görürüz. zamanı gelir yapmanız gereken işin yarattığı baskı nedeniyle yatağınızdan çıkmak istemez ancak misafire yakalanma utancını yaşamamak için alelacele giyinirsiniz. utanma hissi giyinme işini yaptırır. bazen de mesela adaletsizliğe karşı çıkma hissi bize pahalıya mal olacak, aleyhimize olan bir protesto yapmaya itebilir bizi. zaten günümüzde çocuklara verdiğimiz pek de akılcı olmayan eğitim gerçeğin muğlak bir algısı üzerine kuruludur kısmen. bütün bu kompozisyonlar, ödüller, cezalar sistemi, iradeyi sadece duyguların harekete geçirebileceğine dair muğlak bir kabul üzerine kuruludur. böylece hassasiyeti düşük olarak yetişen çocuğun irade açısından eğitimi de zordur. hatta her açıdan da. ıtiraf edelim ki çocuk eğitiminde en sıkıntılı husus hassasiyetten yoksun olan çocukların doğru şekilde yetiştirilebilmesidir. söylenenlerin hiçbiri anlam ifade etmez. her şeyi dinler ama hiçbir şey hissetmez."
Herkes kendi gemisinin kaptanıdır ve kendi hikâyesinin başaktörüdür. Dünyayı algılarken hep kendimizle konuşuruz, kendi yaşantılarımız ve kişiliğimiz ekseninden değerlendiririz. Bu şekilde yaptığımız değerlendirmenin sonucu olarak bazen farkında olmadan evrenin merkezinde kendimiz varmış gibi hissederiz; sanki olan biten her şey bizimle ilgiliymiş gibidir. Bu o kadar da anormal bir durum değil esasında, çünkü her insan hayata böyle bakar, sanki dünyanın merkezinde o varmış gibi. Böyle olunca yaşadığımız olumsuz olayların bizi etkilemesi çok daha farklı olur. Çünkü birisi bize surat astığında, öfke gösterdiğinde, haksızlık yaptığında ya da kötü davrandığında hem olayın bize yaşattığı kötü hissi hem de olaya sanki biz sebep olmuşuz ya da bizden kaynaklanıyormuş gibi baktığımız için üzerimize aldığımız suçluluk hissini yaşarız. Halbuki birisi sana kötü davranıyorsa, bu durum onun kendi içindeki süreçlerle, kendi kompleksleriyle ilgili olabilir. Orada sen değil de başka biri olsaydı ona da kötü davranırdı o kişi.
Reklam
Başlangıçta, analar-babalar ve diger aile fertleriyle yaşanmış ilişkiler hakkında temel bilgileri edinmek, o kişinin dünyası hakkında fikir edinme açısından önem taşır. Ama bu ilişkilerin ayrıntılı değerlendirmesini yapabilmek için erken- dir. Nitekim psikoterapinin ilk aşamasında anlatılan acı ve öfke yüklü hikâyeler, görece bir rahatlama sağlandıktan sonra yerini, daha yansız değerlendirmelere bırakır. Ya da bunun tersi olur. Başlangıçta, yaşanan kızgınlıkları bastırarak yüceltilen anne ya da babanın olumsuz yönleri, rahatlama sağlandıktan sonra yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. Sık karşılaşılan durumlardan biri de temel sorunun kaynağının, örneğin babayla ilişki olduğuna inanılmışken, aslında baba- dan değil anneden kaynaklandığının ya da bunun tersi olduğunun fark edilmesidir. Bu değerlendirilmeler yapılırken, terapistin ha- fiye konumunu iyi kullanması gerekir. Çünkü bazen asıl sorun kaynağı olan ebeveyn değil de beklentilerin yöneldiği ebeveyn sorun kaynağı olarak görülebiliyor. Yetişkin yaşamımızda da umudumuz olmayandan çok, bir şeyler beklediğimiz insanlarla sorun yaşarız.
Sayfa 88 - MetisKitabı okudu
Hepimiz bazen hayal kırıklığı yaşarız... Hayat bu. Zaten onun amacı hayallerimizi kırmak.
Geçmişin yaralarını, bazen onları iyileştirmek için yeniden yaşarız.
"Hepimiz şu ya da bu an savunmasız oluruz. Yalnız yaşarız ve bu durumda, bir gece uykudayken, becerikli ve sessiz biri kolaylıkla eve girebilir. Böylelerini durdurabilecek bir kilit yoktur. Yalnız yaşamasak bile, hepimizin tek başımıza kaldığı dönemler vardır, işte bu dönemlerde savunmasızlığımız da artar. Bazen bu savunmasızlık zirveye yükselir, bunun için insanın alışkanlıklarını bilmek yeterlidir. Gece ya da sabah erken, daha tam uyanmamışken, otoparkta, herkesten uzakta, akşam, haftalık antrenmandan ya da bir toplantıdan dönerken, parka koşmaya giderken, geceyarısı çocuğunu almak için bir arkadaşın evine uğrarken. Ya da haftanın herhangi bir günü, komşulardan hiçbiri evinde değilken ve elektrik şirketinin görevlisi sandığı bir yabancıya kapıyı açarken... Birkaç saniye bile yeter. Çok çok, bir dakika. Herkesin gardının düştüğü bir an vardır mutlaka. Ve zeki, tecrübeli, hazırlıklı biri için, ne zaman ve nasıl vuracağını belirlemek uzun sürmez. İşte o zaman öteki için çok geçtir."
Reklam
İnsana bazen içinde bulunduğu durum en zoru gibi geliyor. En büyük dert bizim derdimiz, en çok acıyıbiz çekeriz, en zor aşkları biz yaşarız ve en kötü ayrılıklar bizim başımıza gelir. Bazen düşünüyorum da hiç kimse bir diğerini bencil diye suçlamasın, çünkü hepimiz benmerkezciyiz.
Bazılarımız bazen _ve çok azımız da her zaman_ dört elle yapışırız yaşama. Fark ederek, hissederek, anı yaşayarak yaşarız; bazılarımız ise adeta parmak ucuyla tutar yaşamı.
Yazılanlara göre önceki hayatımızı tümüyle unutmak için doğmadan önce Lethe'nin sularından içmişiz. Ama neden bazen gece yarısı uyanırız ya da öğleden sonra saat üçte bir şeyi daha önce yaşadığımıza ve sonrasında ne olacağını bildiğimize dair ani bir aydınlanma yaşarız? Beklenmedik çatlaklar ortaya çıkmıştır. Aralarından geçmişe ait ışığın sızdığı çatlaklar. Halbuki her şeyi unutmuş olmamız gerekirdi.
Sayfa 253Kitabı okudu
O, ben, üstben
"Dünyaya geldikten sonra bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarımızı doğrudan doğruya ve herhangi bir sınır tanımadan yaşarız. Süt verilmezse ya da belki altımız ıslandığında başlarız bağırmaya. Bedensel sıcaklık ve yakınlık istediğimizde de bunu açıkça belirtiriz. Davranışlarımıza yön veren bu güdü ilkesi ya da haz ilkesine Freud 'o' adını vermişti. Bebekken hemen hemen bu 'o'dan ibaretiz hepimiz." "Devam!" "'O', ya da haz ilkesi yetişkinliğimizde de hayatımız boyunca bizimle birliktedir. Ama giderek isteklerimizi denetleyerek çevreye uyum sağlamayı öğreniriz. Haz ilkesi gerçeklik ilkesiyle dengelenmeye başlar. Freud'un deyişiyle, bu düzenleyici işlevi üstlenen egoyu, yani beni oluştururuz. Belli bir yaşa gelince, istediğimiz bir şey olmadığında artık arzu ya da ihtiyaçlarımız karşılanana kadar oturup bağıramayız." "Çok doğru." "Ama tabii bir şeyi çok istediğimiz ama çevrenin bunu kabul etmediği olabilir yine de. Böyle durumlarda bazen isteklerimizi bastırmak, yani kendimizden uzaklaştırmak ve unutmaya çalışmak zorunda kalırız." "Anlıyorum." "Ama Freud insan ruhunda üçüncü bir boyut daha görüyordu. Henüz küçük bir çocukken bile ailemizin ve çevremizin ahlak değerleri ve kurallarıyla karşılaşırız. Ne zaman yanlış bir şey yapsak anne babamızdan 'Olmaz!' ya da 'Ayıp!' gibi laflar işitiriz. Büyüdükten sonra da bu ahlak kuralları ve yargılar çınlar kulağımızda. Çevremizin ahlakî beklentileri içimizde yer etmiş, bizim parçamız olmuştur sanki. İşte buna da Freud süperego ya da üstben demişti."
Sayfa 487Kitabı okudu
Reklam
Üzülürüz, korkarız, seviniriz, şaşırırız, utanırız, kızarız ve bu duyguları ne anlama geldiklerini düşünmeksizin yaşarız. Bazen onların bize telkin ettiği yönde, bazen de onlara rağmen bir şeyler yaparak...
Biz sade yaratmak istediğimiz tipin, yaratılmış olan kendisi değil, bazen aynı hayat ve kadere sürüklenen meczubuyuz da. Çok defa yazdığımızı yaşarız..
Bazen görünüşte her şeyimiz olmasına rağmen ruhumuzun derinliklerinde hissettiğimiz ne büyük boşluklar yaşarız. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, nereden geldiğini bilmediğimiz bu boşluğu bir türlü dolduramadığımız olur.
Kendi yaşamadığımız, sadece başkalarından dinlendiğimiz hayat tecrübeleri çoğu zaman etkilemez bizi, çünkü duyduklarımızın bir karşılığı olmaz ruhumuzda. O yaşanılanların tadı tuzu yoktur dilimizde. Çekmediğimiz acıyı, tatmadığımız sevinci tanımaz kalbimiz. Acı da olsa tatlı da olsa illaki kendi adımlarımızla yürümek isteriz bilinmez yolları... Ama bazen de öyle şeyler yaşarız ki bu yollarda, keşke bana söylenenleri dinleseydim deriz. 
727 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.