"Aşka gönül vermem aşka inanmam
Yıllarca boş yere ağlayıp yanmam
Böyle bir arzuya meyledip kanmam"
(Beste-Güfte: Baki Çallıoğlu)
Meşhur fıkradır; Bektaşiye sormuşlar: "Hiç aşık oldun mu?" diye. "Bir kere tam olacaktım, bastılar" demiş. Bektaşi ile Schopenhauer'ın birleştiği
Bir çok kadın ideal güzelliği temsil ettiğini düşündüğü medya modellerinin sıfır beden kalıplarına ulaşmak için kozmetik, diyet ve estetik ürünlerine hücum eder.
Ruhun yenilgisi, bedenin zaferiyle paraleldir. Bedeni, cinsel hazzı dolayısıyla hayatı ve insanı bu kadar önceleyen tavrın içinde, dünya hayatının ve insanın biricikliği fıkri yatıyor. Bu fikrin kökenleri, Tanrı’nın yerine insanı koyan, insanı evrenin merkezine yerleştirerek onu tanrılaştırmaya çalışan Rönesans hümanistlerine kadar götürülebilir (Bauman, 1998: 35). Bu bakış açısıyla hayat tektir, insan biriciktir. Bütün yaşam bundan ibarettir. O zaman bütün hazlar buradadır. Hazzın en önemli aracı ise bedendir. Beden kutsallaştırılan bir nesnedir. O yüzden beden sadece haz çağrılarının değil, anlam ve estetik arayışlarının da mekânıdır. Ruhu yenilgiye uğratan asıl sebep bu hayat algısıdır.
Yani ruhu yenilgiye uğratan şey,
her tür ahlâkî ilkenin önüne geçerek, kendini ahlâkın bizzat kendisi kılan haldır. Bedenin sonsuz gösterisi, ruhun boşalttığı alanlara bir tür istila hareketidir. Bedenin kutsallaştırılarak öne çıkartılmasının tehlikesi, bedeni afıli bir gösteri içinde tüketmektir. Beden her an ulaşılabilir, görülebilir, gösterilebilir. Cinsellik her yerdedir ve sınırsızca, çılgınca yaşanmaktadır. Baudrillard (2001: 31) bu durumu kökten müstehcenlik olarak tanımlıyor. Artık hiçbir giz yoktur; mahremiyet bir eski zaman mitidir.
Oysa mahremiyetin ifşası, insanlığa karşı bir saldırı olarak okunmalıdır. Mahremiyet insanın, yani zaman dışı olan ruhun, bir tür biyopolitika (Lemke, 2014: 107) aracılığıyla korunmasıdır. O yüzden mahremiyet söylemini kuran her tür ahlâkî çaba değerlidir.
Beden ve bedenin şekillenmesinde etkili olan cinsiyet, toplumsal statüde ayrımcılığın ve eşitsizliğin bahanesi sayılamaz. Ancak kadınların ve 'yönelinmiş cinsel kimlik' sahiplerinin resmi ideolojilerde, sokak kültüründe maruz kaldığı davranış biçimleri, hor görülmenin ötesinde coğrafyaların "estetik" ile ilişkisini, halkın insanФ seviyesini de belirler. Asıl telafuz edilmesi gereken şudur: Cinsellikle gücü hâlâ aynı potada değerlendirmek bir cehalet ölçütü müdür, yoksa kimi ülkelerin benimseyip koruduğu bir alışkanlık mı?
TARİHE TANIKLIĞIM
ALİYA İZZETBEGOVİÇ – KLASİK YAYINLARI – 11.BASKI.
Kitap otobiyografik bir eser. Aliya’nın özel, siyasî ve fikrî yaşantısı ve düşünce dünyasını yansıtıyor. İlk bölümde ailesini, büyüdüğü yeri, eşiyle tanışmasını ve Genç Müslümanlar teşkilatıyla ilk irtibatını anlatıyor. Daha sonra gerek teşkilatla ilişkisi gerek gerekse de
“Eğer insan, gökten gelecek bir işaretle, kendi kendinin üstüne sıçramağa muvaffak olsaydı, o emir şöyle bir şey olurdu: Arş, kendini aş!” diyor Peyami Safa.
Ve ekliyor:
“Bu yıkılışın sırrını bul, kendini çöz, içini ayıkla, şuurundan utanan ve ruhunun izbelerinde kaçacak delik arayan suçlu hislerini yakala, getir.''
Bütün roman boyunca da bu