İşte:
Saat üçü çalıyordu, zamanın geldiğini haber verdiler. Titredim, sanki altı saattir, altı haftadır, altı aydır başka bir şey düşünüyormuşum gibi. Beklenmedik bir olay
etkisi yarattı bu bende.
Derin Deniz'in bağrında hayata tutunmak için çabalayan beş gencin hikayesi
Binlerce yıl önce kopan bir tufan sonucu Derin Deniz dünyayı yuttu. İlk dünya sular altında kaybolurken ikinci dünya dağa sığınan az sayıda insanın yaşadığı Kaya Şehirleri'ni ortaya çıkardı. Derin Denizin diğer tarafında da Ark ulusu vardı. Bu fantastik evrenin farklı yerlerinden gelen ve yolları kesişen birbirinden farklı beş farklı gencin tek bir ortak amacı vardı, "yaşamak".
"Hainin Mührü" şimdiye kadar Türk bir yazardan okuduğum en iyi fantastik romanlardan biriydi diyebilirim. Kitap epik-fantastik ve distopik bir kurguya sahip. Kurgu oldukça sağlam ve yazarın kitabı baştan sona kadar üzerine detaylıca düşünerek kaleme aldığı bariz. Olay örgüsü profesyonelce oturtulmuş. Giriş, gelişme ve sonuç kısımları okuyucuyu sıkmadan tadında bir uzunlukla yazılmış. Yazarın yazım dili oldukça özenliydi ve oluşturduğu kurgusal evren ile de ahenk içerisindeydi. Yazar gereken yerde dili sade tutmuş ve gereken yerde de -özellikle mekân ve duygu durum tasvirlerinde- okuyucuyu boğmayan uygun betimlemelere başvurmuş. Ayrıca kitabı beş farklı karakterin odağından okumamız bize olayları beş farklı perspektiften görebilme şansı vermiş. Ana karakterlerin sayısı alışılmış kurgulara göre fazla olsa da karakter gelişimleri başarıyla ele alınmış. Karakterlerin her biri oldukça derin ve çok boyutlu bir şekilde aktarılmış. Kitabın her yeni sayfasında tansiyon kademeli olarak yükseliyor ve yazar sizi beklenmedik ters köşelerle kurgunun içine çekiyor. Bu kitabı okumanızı şiddetle öneriyorum. Benim bu kitaba puanım 10 üzerinden 10
“Öyle durumlar olur ki, sevindirici ya da üzücü bir olay, hatta hiç beklenmedik bir rastlantı kimlik duygumuzda binlerce yıllık bir mirasa bağlılığımızdan çok daha ağır basar.”
ÖNEMLİ: İngilizce versiyonunu okuyup, yorumu ona göre girdim.
İki bölümden oluşan kısa bir roman, insanlardan nefret eden, afyon bağımlısı bir anlatıcının kâbus gibi vizyonlarını serbest bırakıyor. Anlatıcı, küçük bir odada tek başına yaşıyor gibi görünüyor ve geçimini kalem kutusu kapakları boyayarak kazanıyor. İlk (ve çok daha ilginç) bölümde,
""Oysa yaşamak gelişine olmalı, değil mi ama? Bir başı, bir sonu, ara durakları, aşamaları olmamalı. Meçhul olmalı, beklenmedik olmalı, karanlığın içinden zınk diye çıkıvermeli, şok etmeli. İçinde bol miktarda korku taşıyan bilinmezligi seviyorum galiba. Kimin ne zaman öldüreceğini bilmemeyi seviyorum. Bir de