“Ne hissettiğini veya aklından neler geçtiğini hayal etmem pek kolay değil. Sorun değil. Bunu sana söyleyen kişinin ben olmasını istemiştim. Daha sonra diğerleri de gelip seninle konuşacak. Bu konu hakkında düşünme şansı bulduktan sonra bunun senin ve sürü için ne anlama geldiğini anlayacaksın. Ama şimdilik sürüye bundan söz etme. Bu bizim sırrımız Maximum. Yakında bunu bütün dünya öğrenecek ama henüz değil.”
Novella DinamikKitabı okudu
Refakatçi süvarilerim kendilerini düzgün biçimde ifade etmesini pek beceremiyorlardı. Aslında neredeyse hiç konuşmuyorlardı bile. Bretagne bölgesinin ücra köşelerinden askerliklerini yapmaya gelen çocuklardı bunlar, bildikleri her şeyi de okulda değil, asker ocağında öğrenmişlerdi. O akşam, bana eşlik eden ve adı Kersuzon olan çocukla biraz
Reklam
Karmaşık ihtiraslarım yoktu. Sdece mutlu olmak istemiştim. İnsan hep bir gün çok mutlu olacağına inanır. Şimdi değildir, henüz değildir ama bir gün mutlaka muhakkak, hak edilen o mutluluk gelip kendisini bulacaktır. Gelecek diye muğlak bir takvim yaprağına mühürlenmiş o günü, ufak tefek engellerin ayak altından çekileceği münasip bir zamana erteler durur insan. Okulu bitirince, işe girince, evlenince, çocuklar büyüyünce... Sonra genellikle o gün gelmeden de ölür hesabı yanlış yaptığını ölmeden kısa zaman önce anlar aslında ömrünün adına yaşlılık denen o buruk zamanında hem bekleyerek geçen yıllarına hem de artık gelemeyecek olanlara ağladığı, hani etrafındaki gençlerin gözünün neden hep yarı yaşlı durduğunu anlamayıp bir tür göz hastalığı sandığı zamanlarında çok geç kaldığında, Ben de bekarken evlenince hele ki Kamuran'la evlenince çok mutlu olacağıma inanmıştım öyle olmadı.
1839 doğumlu Ali Rıza Efendi, 1857 doğumlu Zübeyde Hanımla 1871 yılında evlendi. Altı çocukları oldu: Fatma (1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal Atatürk, 1881-1938), Makbule Boysan Atadan (1885-1966) ve Naciye (1889-1901) Kardeşlerden Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaş­larında, o senelerde Rumeliyi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri) hastalığından çocuk yaşlarında ölmüşlerdi. En küçükleri Naciye on iki yaşında gözlerini kapadı. ATATÜRK, Selânik Askerî Rüştiyesinden (Ortaokulundan) başlıyarak ikisi de son nefeslerine kadar gerçek dost kalmış Fuat Bulca’ya bir gün şöyle demişti: "-Kardeşlerim arasında en sevdiğim Naciye’ydi. Çocuk yaşının üstünde hisli, duygulu ve öğren­meye meraklıydı. Ben Harbiyeye giderken kitaplarımı iste­mişti. Annemden onu okutmasını istemiştim. Ne ablam Fatma’yı, ne ağabeylerim Ahmet ve Ömer’i hatırlıyamıyorum. Son ikisi aynı yıl, 1883’de ben iki yaşında iken ölmüşler. Na­ciye, annem gibi sarışın, mavi gözlü, duru beyaz tenli idi. Ti­pik bir Yörük kızıydı. Makbule’ye hiç benzemezdi."
Kukla tiyatrosu nasıldır, bilir misin? Kuklalardan biri yırtılırsa bir diğeriyle değiştirilir, ama tiyatro devam eder, müzik kesilmez, izleyiciler sevinçle alkışlar, çok ilginçtir. İzleyici, hiç yırtılmış kuklayı nereye attılar diye endişelenir mi, hiç onu çöp kutusuna dek izler mi? Hayır, oyunu izlemeyi sürdürür ve eğlencesine bakar. İşte her şey bana da böyle eğlenceli gelmişti; davulların davetkar biçimde çalınışı, kuklaların attıkları matrak taklalar, yaptıkları maskaralıklar; bu ölümsüz oyun öyle hoşuma gitmişti ki, ben de bizzat aktör olmak istemiştim… Ah, nereden bilecektim, bütün bunların oyun olmadığını; eğer kukla sensen o çöp kutusunun bu kadar korkunç olduğunu; kuklaların yırtıklarından kan sızdığını- aldattın Beni ey en yeni dostum!
Susuyorum sonra. Oysa o günlerin ben­ de kalan, hep gelişen hikayesini ne de çok anlatmak iste­miştim. Kaçıyorum ama geçmişimden ve hep yanıbaşımda gezinen hayaletimden. Kendimden, yenilgilerimden, bazı insanlarla karşı karşıya kalmaktan kaçıyorum.
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.