“Zaman zaman kendimi bağdaştırdığım dış dünya ile giderek zayıflıyor bağlantılarım. Kalkacak bir trene binerken, beni artık içinde bulunduğum ülke, gideceğim kent, ineceğim istasyon, bindiğim tren ve kompartımandaki insanlar pek ilgilendirmiyor.” diyor #tezerözlü Kalanlar’da. Bizler de düşünmeye başlıyoruz, Özlü ölümü düşlüyor, ölümü özlüyor... Ama yanılıyoruz. Zira aynı kitabın bir arka sayfasında da “Yanımda bir canlının yatmasını neden bu kadar istediğimi şimdi daha iyi duyuyorum. Yaşamaya belki de her şeyin bittiği bir yerde başladım. Ya da kendi yaşamıma inanmıyorum. Ya da kendi varoluşum yetmiyor bana. Yanımdaki bir tene değip, yürek atışlarını duyabildiğimde, yaşamın gücünü algılıyorum.” diyor Tezer Özlü. Bu da bana durumun olaylarla, ilgili değil de insanlarla ilgili olduğunu düşündürüyor. Tabii böyle düşünmeme büyük bir ölçüde yazarın cümleleri neden oluyor. İnsanlarla içine girmiş olduğu ilişkiler duygu durumunu şekillendiriyor, tabii her insan gibi... Fakat bazı yazarlar böyle değildir, onlar ölüm özlemi çekerler, ölümü düşlemek için doğmuşlardır adeta-ironik bir cümle oldu ama öyledir bu, Heraklitos’un diyalektiği gibi- Özlü de üstünkörü baktığımızda bize bu izlenimi veriyor bence ama sonradan öyle olmadığını anlıyoruz; aslında ben böyle olmadığını düşünüyorum. Okuduklarımdan yaptığım çıkarımlar böyle düşünmeye iteliyor beni. Ama konu Tezer Özlü olduğunda yapabileceğimiz tek şey hep yanılmak olacaktır...