Pis adam... Pis adam demek ki... Ne tuhaf, bir zamanlar deli gibi sevdiğim adama şimdi pis adam diyorum. Şu sevgi denilen şey ne karmaşık.
Evet pis adam, çünkü onu yitirdin, sonuna kadar kullandın, bitirdin. Yıllarca aynı kaptan yediniz, aynı kaba bilmem ne yaptınız, aynı yastıkta uyudunuz. Yıllarca. Kanlı basur kâğıtlarını gördün tuvalette, o da senin bir yerde bıraktığın ya da çöpe attığın kâğıdından fırlamış aybaşı pamuklarını gördü. Hasta oldunuz, geğirdiniz, gaz çıkardınız, horladınız. Her şeyini ama her şeyini gördünüz birbirinizin, hiçbir gizlilik kalmadı. Oysa evlenmeden önce, bir eve girmek zorunluluğundan önce hep birbirinizin güzelliklerini biliyordunuz. O sevdiğin delikanlının gümbür gümbür horlayabileceğini düşünebilir miydin? Kokmuş çoraplarını, ön kısımları sararmış külotlarını, yemek yedikten sonra durmadan geğirdiğini bilmek zorunda mıydın? Paylaşmakmış... Tüm pislikleri, çirkinlikleri paylaşmak evlilik dedikleri... Güzellikler bu zorunluluk içinde eriyip gidiyor, unutuluyor. Alışkanlık, her gece aynı yatağa gireceğini bilmenin heyecansızlığı, yanındakinin arzulanır bir beden olduğunu bile duyurmuyor insana. Ağır olduğu için yeri değiştirilemeyen bir dolap, bir gömme banyo küveti gibi oluyoruz birbirimiz için. En ufak bir gizlilik, en ufak bir bilinmeyen yok.