Uzun konuşmamızın başlangıcında, bir tür çocuk oyunu oynadık. Oturmuştuk, bir şeyler söylerek tokuşturduğumuz bardaklarımız elimizdeydi; o bana gülümsüyordu ve birbirimize söyleyecek bir şeyimiz olup olmadığını soruyordum kendi kendime. Tam o sırada önlüğünün cebinden küçük bir çakı çıkardı ve onunla masanın üstüne bir dikdörtgen çizdi.
"Bu, masamız" dedi.
Önce benim tarafıma, sonra da kendi tarafına birer küçük yuvarlak çizdi.
"Bu benim, bu da sen."
Anlamıştım ve gerisini bekliyordum.
Elini masanın ucuna dek uzattı ve beni simgeleyen küçük yuvarlakta sonuçlanan, dolambaçlı bir çizgi çizdi hiç sakınmadan; sonra öbür uca gitti ve kendinde biten, daha da dolambaçlı bir çizgi çizdi.
"Ben buradan geldim, sen de buradan. Bugün aynı masada oturuyoruz. Ben sana yolumu anlatacağım, sen de bana seninkini."
Sayfa 326 - YKY, 56. Baskı, Çev. Samih Rifat