"Torpil lazım abi." "Tabi abicim. Orada millet vekili tanıdığı varken bizi alacak değiller ya." "Ya bu memleket bu yüzden ilerlemiyor işte." "Herhalde abi dayısı olan bir yerlere geliyor." "Bak orada bir sarışın çocuk vardı ya ayrı takılan." "He evet bende dikkat ettim ona." "O banko torpilli ben sana bişi sölliyimmi." "Aynen bro bariz belli zaten." "Hayır benim eniştemin de var tanıdıkları. Ben bilmiyor muyum araya adam sokmayı? Ben bilmiyor muyum arkadaş? Ama işte kul hakkı..." "Ya ben size bişi sölimmi kızlara öncülük tanıyorlar moruk." "Tabi abicim. Kız olcan güzel olcan kesin alındın!" "Beyler bu arada kopmayalım ha. İrtibatta kalalım." "Tabi tabi görüşürüz." Görüşmedik...
“Mesela önce rejimi değiştirdi bunlar, diyorum. Sonra, yok diyorum rejim değişikti zaten. Olur mu hiç diyorum. Balolarınız vardı bizim. Bayramlarımız. Rakı leblebi ile kutladığımız. Minik etekli eli bayraklı kızlarımız. Aydınlık suratlı çocuklarımız vardı, diyorum. Yoktu onlar diyorum. Ben var sanıyordum. Hep uzun etekliydi kızlar. Hatim indiriyor baştan beri tüm çocuklar… Hani diyorum köklerimizden bizi kopartmaya çalıştıydılar ya, kopmadık, diyorum. Bağlıyım köklerime. Göbekten ve yürekten ve boyundan. Din ve devlet işlerini birbirine karıştırıyorum. Kafamı karıştırıyorum. Ben bir şeyler karıştırıyorum.”
Bıçaklanmışız. Üstümüzden otomobiller, yıllar, cuntalar, faşizm geçmiş. Ne kadar rüzgârlı burası, ne kadar serin, ne kadar bizli, ne kadar bizsiz, ne kadar ne kadınlar sevdim zaten yoktularlı, ne kadar kar yağacak sevdim mi sevildim mi bir vaktin ortasınalı, ne kadar ben sende bütün aşklarımı temize çektimli. Ben ölürsem karakutumu bulamayacaklar. Sen ölürsen karakutunda tek bir mesaj olacak: kötü aşklar sonrası anlıyorum, ah anlıyorum: İNSAN, BİRŞEYİN ÖZETİDİR!
Allah’ın “ Mükemmel yarattım.” dediği insana ben ne cüretle bir şeyler vermeye kalkabilirim ki? Sana lazım olan her şey sende, içinde var yani ışık zaten sende.
“Hiç anne sütüyle beslenmediğim ve Yüzüklerin Efendisi'ni, Cennet'i ve Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni bitiremediğim için bir ömür boyu dövündükten sonra, sonunda tüm orta sınıf California'lılar gibi ben de büyüdüğüm yatak odasında, alçı tavandaki “68 depreminden kalma çatlaklara bakarak ölecektim. Yani "Ben kimim? Ve nasıl o kişi olurum?" gibi içgözlemsel soruların benimle ilgisi yoktu o zamanlar, çünkü yanıtı zaten biliyordum. Tüm Dickens mahallesi gibi ben de babamın çocuğuydum, çevremin bir ürünüydüm, başka da bir halt değildim. Dickens'tım. Ve babamdım. Sorun şu ki, her ikisi de hayatımdan yok oldular - önce babam, sonra mahallem. Ve birdenbire, kim olduğuma dair en ufak fikrim ve nasıl kendim olacağım hakkında da tek bir ipucu kalmadı elimde.”