Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
BİRBİRİNİZİ BULUN Doğru olduğunu düşündüğünüz şeye dört elle sarılın. İşe oradan başlayın. Rastlantılar, keşifler, büyük grev dalgaları, depremler: Her olay bu dünyadaki varoluş biçimimizi değiştirerek hakikat üretir. Öte yandan bizde ilgi uyandırmayan, bizi etki­lemeyen, bizleri bir şeyler yapmaya itmeyen yorumlar artık hakikat diye adlandırılmayı hak etmezler. Her hareketin, dav­ranışın, ilişkinin ve durumun altında bir hakikat yatar. Bu ha­kikati görmezden gelip durumu idare etmek, çağımızda pek çok insanın çıldırmasına neden olmuştur. Aslında her şey birbirine bağlıdır. Büyük bir yalanın içinde yaşıyor olmak hissi de bir hakikattir. Ama bu boş verip geçilemeyecek bir meseledir, hatta işe tam da oradan başlamak gerek. Hakikat, dünyayı görme biçimi değil, bizi indirgenemez bir biçimde dünyaya bağlayan şeydir. Biz hakikate tutunamayız ama o bizi taşır. Birey olarak beni yapar ve yıkar, birleştirir ve çözer; pek çok şeyle arama mesafe koyarken aynı deneyimi yaşayanlarla da yakınlaştırır. Hakikate bağlılığından dolayı yalıtılmış birey kendisi gibi birilerini bulmasının önüne ge­çilemez. Aslında, her isyan süreci vazgeçmeyi reddettiğimiz bir hakikatle başlar. Hamburg'da 80'li yıllarda, İşgal Evle­rinde yaşayan birkaç kişi, oradan sadece cesetlerinin çıkarılabileceği noktasında kararlılık göstermişti.
383 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
24 günde okudu
Okuduğum kitapların arasında en beğendiklerim arasın da ilk 5'e girmeye hak kazandı diyebilirim. Olay bursa da bir boşnak mahallesinde geçiyor. Çocukluğu beraber geçmiş iki kişinin aşk serüveni bu kitapta şuan sadece fatih nile aşık, aile yapıları ve aile dostlukları gereğince ikinci kitabı büyük bir merakla okucam muhtemelen. Gelişen olaylar, entrikalarla dolu bir seri beğendim. Okurken sanki mahalleden biriymiş gibi bir samimiyet kaplıyor içinizi, o kardeş gibi büyüyen fatih ve kürşatın samimiyeti o kadar çok içimi ısttı ki okurken. Gerçi sadece ikisi de değil esnaf olarak birbirlerine sahip çıkmaları, o samimiyeti iliklerime kadar hissettim, beni geçmişe götürmeye yetti gerçektende...
Ay Çarpması
Ay ÇarpmasıSezen Aksın · Artemis Milenyum · 0159 okunma
Reklam
Hazreti Musa gibi Tanrı'yla konuşmak isterdim. "Gençleri affet" derdim ona. Sonra usulca eklerdim. "Beni de affet." "Affedemememi affet benim." Vahşetim için, ahlaksızlığım için, bir bıçağın kadın tenine değişini görmekten aldığım haz için, ihtiraslarıma kendimi delice bir arzuyla bıraktığım için, günahlardan hoşlandığım için affedilmemi istemezdim. Affedemememi affetmesini isterdim sadece. Ve, gençlere iyi davranmasını.
A
Ben annemden niçin gittiğini bildiğim için nefret ediyorum. Biliyo- rum, çünkü o benim içimde." Lee ayağa fırladı. "Sakın!" dedi sertçe. "Duydun mu? Sakın bir daha görmeyeyim. Elbette içinde taşıyor olabilirsin. Herkes taşır. Ama ötekini de taşıyorsun. Bak, kaldır başını! Bana bak dedim!" Cal başını kaldırıp bitkin bir tonda, "Ne istiyorsun?" dedi. "Ötekini de taşıyorsun içinde. Dinle beni! Öyle olmasan, taşıyor muyum diye merak bile etmezdin. İşin kolayına kaçma sakın. Ken- dine atalarını mazeret göstermek çok kolaydır. Sakın ha, senin böyle bir şey yaptığını görmeyeyim! Şimdi bana dikkatle bak ki unutma- yasın. Her ne yaparsan yap, sen yapmış olacaksın, annen değil.
Sayfa 489
dünyaya kendimden bir şeyler veremiyordum. Kendimi kendime saklıyordum. Bu duruma kimse daha fazla dayanamazdı. Kendime acımak istedim. Mutlak bir ümitsizliğe düşmek istedim. Belki tam düştükten sonra çıkmak kolay olurdu. Fakat, bütün bu düşündüklerimin, kelimelerden ibaret olduğunu biliyordum. Hayır, ben adam olmazdım. Gerçek bir acı duyduğumdan bile kuşkum vardı. Ben ucuz bir romandım. Kelimeler bile yanyana gelerek beni tanımlamak istemezlerdi. Ne olurdu benim de kelimelerim olsaydı? Bana ait bir cümle, bir düşünce olsaydı. Binlerce yıldır söylenen milyonlarca sözden hiç olmazsa biri, beni içine alsaydı! Çok insan için söylendi ama, sana da uygulanabilir denilseydi. Kendime gerçekten acıyabilseydim, gerçekten ümitsiz olsaydım. Sonra yavaş yavaş, adım adım doğrulurdum. Başımdan geçenleri ilk gününden başlayarak yeniden düşündüm uzun süre. Geç kalmıştım. Burada paslanıp gidiyordum; hafızam paslanmaya başlamıştı bile.
Beni gördüğüm adalet terazisinde, hak arayan kalabalıkta an, ölümü tanıdım tanrıyı gözlerinde bildim. Ne uzağı ne de yakını görebilirim. Görmediğim şeyde gözlerimi bekletirim ey beklenen efendi yanındadır bütün düşlerin muştusu .
Sayfa 77 - E-KitapKitabı okuyor
Reklam
68 syf.
8/10 puan verdi
·
2 saatte okudu
Stefan Zweig'in kitaplarını, anlatım dilini, hikayeyi ele alış şeklini genel olarak seviyorum. Beni hikayenin içine çekip o hikayede ki karakterleri hem anlamaya hem de kendi hayatımda olanlarla bağdaştırdığım olayları daha çok düşünmeme ve farklı bakış açısı ile bakmama sebep oluyor. Bazen de evet böyle düşünmekte çok haklıymış diyorum.
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Bilinmeyen Bir Kadının MektubuStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2022224,5bin okunma
Son itiraf
Seneler geçti, sevgili Manuel Valadares. Bugün kırk sekiz yaşındayım ve bazen kendimi hasrete öyle kaptırıyorum ki hala çocuk olduğumu zannediyorum. Her an ortaya çıkıp bana sinema yıldızı kartları ya da misketler getireceksin sanki. Hayatın şefkatli yanını bana sen öğrettin, sevgili Portuga. Bugün çocuklara misketler ve kartlar dağıtmaya çalışan benim, çünkü şefkat olmayınca hayatın pek değeri kalmıyor. Şefkat göstermek beni bazen mutlu ediyor, bazense yanıltıyor, ki bu ikincisi daha sık oluyor. O günlerde, yani beraber geçirdiğimiz günlerde, henüz hiç duymamıştım, uzun yıllar önce bir Budala Prens' in gözlerinde yaşlarla bir sunağın önünde diz çöküp ikonlara sorduğu şu soruyu: "KÜÇÜCÜK ÇOCUKLARA HER ŞEYİ NEDEN ANLATMAK GEREK?" Hakikaten de sevgili Portuga, bana her şeyi çok erken anlattılar. Hoşça kal! Ubatuba, 1967
Sayfa 183 - Can YayınlarıKitabı okudu
bach’ın donuna tükürür, çükünü koparırdım oyalarla, nazar boncuklarıyla süsler kütüphaneme asardım, korusun diye beni şeytandan belki doğmamış olurdun sen daha, büyümemiş.. belki.. hiç şefkat görmemiş, şeftali reçeli tatmamış uygarlıklar gibi karagöz intiharlarıma hacivat taklidi yapardın, aldanırdım hiç bayram harçlığı almamış bir tanrı silueti gibi ağlardın, gizlenirdin belki de bir köşede kendi içine oysa yoktu ki köşeleri o üçgenin dudaklarınla dudaklarım, sözcüklerimiz arasındaki üçgenin ağzına sıçayım ki sevdim ben böyle en önce, eperken genç ölmeyi ve hasretimi ve memleketimi bereketi ulan bereketi beklentilerimi, beklemeyi sevdim hep...
"Hiç mi özlemiyorsun beni?" dedim. "Korkuyorum" dedi. "Sen beni o kadar çok sevdin ki, o yüzden korkuyorum." Onu kafamda çok yüceltip büyüttüğümü, bunun sonucunda muhtemel bir hayal kırıklığı yaşayacağını, bu hayal kırıklığıyla baş edecek gücü olmadığı için de ne yapacağını bilemediğini söyledi.
Reklam
aynen ya
— Ben hiçbir şey olmak istemiyorum. Bende serseri ruhu var. Beni sevmek isteyen, olduğum gibi kabul eder.
Madde bir: Ben hiç de "Tanrı'nın suretinde ve onun benzeri" olarak yaratılmış değilim. Ben hiçbir şey bilmem, elimden hiçbir şey gelmez, üstelik iyi bir insan da değilim! Evet, değilim! Madde iki: Tanrı benim neler çektiğimi bilmiyor ya da biliyor, ama yardım edecek gücü yok ya da biliyor, ama yardım etmek istemiyor. Madde üç: Tanrı her şeyi bilen değil, her şeye gücü yeten de değil, acıyıcı ve esirgeyici hiç değil. Sözün özü, Tanrı diye bir şey yok! Tanrı, bir uydurma, her şey, bütün hayat uydurma! Kimse beni kandırmaya kalkmasın!
Dinlemem albayım. Sonra beni de dinlerler diye çok dinledim. Şimdi sıra bende. Buraya konuşmak için geldim.
Rüzgar tarasın saçlarımı Yağmur yıkasın Güneş ısınsın Toprak bağrına bassın Deniz uyutsun Öksüz kaldı demesin hayat Beni de büyütsün.
Gözlerim yaşlanır sen yine de gitme Sözlerin taşlanır sen yine de söyle Ellerin göğsümde, yak beni yakabildiğin yere Ama ben her an gidebilirim.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.