"Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Aşk hariç!"
Sevgili Galip,
Senin hikâyeni yazmak iğneyle kuyu kazmak kadar zordu, ancak seni anlamak ondan bile daha zordu. Kaleme alındığından beri hakkında bir sürü şey yazıldı çizildi, pek çok akademik çalışmaya ilham oldun, seni sevenlerimiz de oldu, senden nefret edenlerimiz de. Seni büyük
NOT: lütfen kopyalamayınız telif hakkı içerir!
Size yıllar önce tanıdığım ama hikâyesini henüz yeni öğrendiğim bir kadından bahsedeceğim. Bu kadınla bir mezarlıkta tanışmıştım. Ağlıyordu. Bir yakınını kaybetmişti sanırım. Yanına gittim ve baş sağlığı diledim. Yüzüme baktı, gülümsedi. Çok ama çok güzel gözleri vardı. İnsan gözlerine bakınca
Yıllar boyunca övünüp durduk insanın "düşünen" bir varlık olmasıyla. Öleceğini bilen, irade sahibi, özgür, kendini konuşarak ifade edebilen bir varlık. Tarif edilemeyecek ayrıcalıklar değil mi?
Kimi ayrıcalıklar aynı zamanda tarif edilemeyen acıları da getirir beraberinde.
Sevdiğiniz birini düşünün meselâ, hasta yatağında, belki ona
ÇÜNKÜ HERKES ÖLDÜRÜR SEVDİĞİNİ..
Dikkat bu bir kitap değildir!
Ve işte karşınızda insanlık tarihinin yazılmış en kederli en tutkulu ve en derin aşk mektubu.
(de profundis fransızca da derinlerden gelen demektir)
İşin ilginç yanı bu mektupların bir erkek tarafından başka bir erkeğe gönderilmesidir. Eğer bununla ilgili bir ön yargı
"LEYLİM" bir insan sevdiğine en güzel nasıl seslenebilir? Hem onun adından uzaklaşmadan hem de kendi kalbini katarak nasıl çağırabilir ki? Bir Ahmed Arif'in Leylim'i olmak nasıl bir duygu? Peki ya, Leylim'in Arif'i olamamak? Böyle diyordu Leyla Erbil'e, Leyla'sına Leylim, Sevgili Canım, Canım Leylâm, Ömrüm diye başladı mektuplarında
Aşk ve ihanet...Bu ikili yan yana gelmemeli değil mi? Aşkta sadakat olmazsa olmazlardandır. Ve aldatmak kadar yıkıcı bir davranış daha yoktur yeryüzünde. EFLA, bir erkeğin tüm aldatılmışlığına rağmen aşkı için direnmesini ve aşka adanmışlığını anlatıyor.
EF ve EFLA' nın aşkı kasım ayında başlıyor. Kitabın bir yerinde roman
İkinci Dünya Savaşı yılları,
Meşhur toplama kampları...
Ne kitaplar yazıldı ne filmler yapıldı.
Ama hiçbiri yaşayan biri kadar anlatamaz yaşanan acıyı!
Peki onlar bunu anlatmak isteyecek mi? Hangi kelime orada yaşananları dile getirmeye yeter ki? Ya da bu onları bu acıları yeniden yaşamaya itmek olmaz mı?
"Yaşadıklarımız hakkında
Adım Ferah. Emekliyim, 2 çocuk annesi ve bekarım. Hayır dul değil bekar. ‘’Dul’’ eşi ölenler için nüfusta uygun görülen medeni hal ibaresi artık.
Hani şu ‘’ dulun ambarı dolu dahi olsa bir çini buğday götürülmeli ‘’ tabirine uygun düşmeyen kadınlardanım.
Eşin ölürse bağlanan dulluk maaşı, ayrılırsan (sosyal gelirin yoksa ) alacağın nafaka
Twitter'da bugün olan bitenleri gördünüz mü ?
Kendisi de cerrahi bir doktor olan hanımefendi, hayvanseverleri de toplayıp, hayvanları ne kadar sevdiğini göstermek için bir köpekle normal bildiğin insanla öpüşür gibi öpüşüyor.
Diğer toplanmış kişilerde bunları alkışlıyorlar..
Sonra ne oluyor biliyor musunuz? Hayvandan geçen hoonor bir hastalıkla bu doktor hanım 82 gün komada kalıyor ve ölüyor...
Yani bakın şimdi ben de bir hayvan severim, yakın paylaşımlarıma da bakabilirsiniz.
Balkonuma gelen bir kumrunun beni ne kadar mutlu ettiğini ya da kedi köpeklerle ilgili sevgi dolu nasıl muhtelif paylaşımlar yaptığımı sizler de biliyorsunuz..
Fakat arkadaşım bu kadar da içinden çıkılmaz şizofrenik bir vaka haline gelip, it tapara dönüşmeye de gerek yok.
Hayvanseverleri tenzih edip, it taparların, şöyle de bir huyu var:
Bunlar normalde doğaya ya da hayvana karşı çok merhametli gözüküyor değil mi?
Ama bir insana karşı aynı hassasiyeti göstermiyorlar. Bir anda nasıl bir şeytan görmüşe dönüşüyorlarsa, aman Allah'ım! o nasıl çemkirmek! O nasıl çemkirmek!
"Allah'ım ben nasıl bir pisliğin içine düştüm" deyip kaçıp kurtulasın gelir, o derece yani.
YUSUF'U TANIMAK!
Benim adım Yusuf. Aydın'ın Kuyucak ilçesinde doğdum. Mevsimler sonbaharı gösteriyordu yanlış hatırlamıyor isem. Bir gün var ki hayatımın ilk karanlık günüdür. Ruhumu aydınlatmayı başaramamamın başrolünde o gün yatar. O gün eşkiyalar sadece anamı babamı değil, şu hayatın bana özgür kıldığı tek şeyi de çaldılar. 3 jandarma ve
ÖNSÖZ
Sevgili erkek okurlar, yazdıklarımı lütfen yanlış anlamayın. Ben okuduğum kitapları sizlere tanıtarak, kadınların yaşadığı şiddeti anlamanızı istiyorum sadece. Her erkek böyledir demiyorum, ama böyle erkeklerin de var olduğunu hepimiz biliyoruz. Ben, bu erkekleri size anlatmaya çalışıyorum sadece. Daha önceki incelemelerimde yazdıklarımla
Bu kitabı çocuklarınızdan uzak tutmanızı şiddetle tavsiye ediyorum...
On beş günlük kısa bir tatilin ardından tekrar eğitim-öğretim dönemi başladı. Tatilde sıraya koyduğum baya bir kitabım vardı. Fakat bu süre çok kısa olduğundan kitaplarımı bitiremedim. Bu sürenin bana yetmemesi ve kitaplarımı okuyamama baya üzüldüm. Çünkü okulların açılmasıyla
Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini
hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.
Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,
kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.
Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da,
rengarenk kanatlı bir kelebek olup
Hak Teâlâ, Hz. Davud’a [aleyhisselam] şöyle buyurdu:
“Yâ Davud, bir kişi beni sevdiğini iddia edip de geceleri uyuyorsa davası yalandır. Kendisi de yalancıdır.”
“Hak milletin, şan onun,
Gövde senin, can onun,
Sen öl ki o yaşasın;
Dökülecek kan onun” (Ziya Gökalp)
Muhammed Ali Clay, Vietnam Savaşı’na katılmayı reddediyordu: “Vietnamlılarla bir alıp veremediğim yok, hem onlar beni sizler gibi zenci diye hiç aşağılamadılar, bana hiçbir kötülük yapmadılar” Dünyaca ünlü boksör de olsan devletinin dış